31 Ekim 2008

Kayıp Bir Gün

Önce yollarda kayboldum.
Ortaköy-Bebek yolunda kayboldum. Beyoğlu'nda kayboldum. Sonra bir yerde oturdum ve kendimi buldum.
Önce sevdiğim bişeyi kaybettim. Aklım hala yerindeydi. Sonra sevdiğim şeyi feda ettim saydım kendimi, kalbim de yerinde kalsın diye. Sonra sağda solda gereksizce oyalanırken zamanımı kaybettim. Ben dolaştıkça aklım allak bullak oldu. Karşıdan karşıya geçmek bile zor geldi. Hangi yöne gideceğim bile aklımı kurcalıyordu. Korktum. Sonra sevdiğim bişeyi daha kaybettiğimi anladım eve dönüş yolunda. Bir kez daha kendime şaşırdım. Aklım allak bullak oldu. Kortkum.



***

Sabah erkenden uyandım. Dün geceden gitmeyi kafama koyduğum yere gidebilmem için bir an önce evden çıkmam lazımdı. Ama yapamadım. Uykuya, yorgunluğa yenildim, yorganımı çektim yüzüme...gözlerimi kapadım, uyudum, saklandım...

Sonra biraz geç de olsa kahvaltı için, aklıma koyduğum başka bi yere gitmek üzere hazırlanırken şirketten defalarca aradıklarını gördüm. Bi rahat yok dedim ister istemez. Sonra fotoğraf makinemi de alıp evden çıktım. Aslında yapmamam gerektiğini bildiğim halde cep telefonumu kapadım. Daha doğrusu çevrimdışı modu varmış, onu öğrendim:) Yolda saçma sapan bişeyi kafama taktım ve yaklaşık 2 saat keşmekeşin içinde dolaştım. Bir yandan hadi ne duruyorsun burda git işine bak derken, bir yandan da halen şuursuzca dolaşıyordum. Ve sonra çantamda asılı olan, çok sevdiğim yeleğimi, muhtemelen mağazalardan birinin kabinininde unuttuğumu fark ettim. Geri dönmedim. Bir giysi için uğraşamazdım, uğraşmadım. ilk kaybım bu oldu. Sersemledim, bu kadar mı şaşkın, şuursuz olabilir bi insan? Bu mudur halim yani?

Sonra bunu unutup kahvaltı için gitmek istediğim yere doğru yola çıktım. yol biraz uzun sürdü. Güya gün boyunca fotoğraf çekecektim ama sadece birkaç kare çektim. Hiçbir şey çekici gelmedi çünkü. Saat 14:30 Bebek'te hayal ettiğim kadar sakin olmayan yerde oturup tost yedim, çay içtim. Boğazı izledim, denizi izledim, güneşin suya yansımasını izledim... Bir şey ifade etmedi. Etraftaki insanları izledim. Kadınlar grup halinde gelmiş, laflıyorlardı. Yalnız olan sadece bendim. Bir de bir ara göz ucuyla gördüğüm arka tarafta oturan ünlü bir reklamcı. (ne ironik:))

Sonra sıkıldım ve diğer kaybolduğum yere gitmek üzere yola çıktım. Öğrenciler okuldan çıkmışlardı. Onları izlerken kendimi gördüm. Ne kadar yorgunmuşum!

Ve en çok kendimi kaybettiğim an'a geldim. yer yön duygumu kaybettim adeta. Karşıya geçtim. Yanlış tarafta olduğumu anladım. Sonra geri döndüm ve işte bi şekilde Taksim'e vardım. Kalabalık! İnsanlardan kaçarken insanların ortasındaydım. Aferin bana! Sonra bir yere gittim ve bişeyler içtim.

Kalktım. Başka bir yere gittim kahve içtim ve biriyle sohbet ettim. Anlattım, anlattı.. yükümün ne kadar ağır olduğunu bir kez daha anlayıp, hafifledim!...


Eve geldiğimde kısa bir film bitmiş gibi hissettim. Ve şimdi de anlatıyorum. İzlemediğim filmleri bu denli ayrıntılı anlatanlardan hoşlanmadığım halde...

ve son. yeter. bitti.


Kendinden kaçmayı denemek aptallık tabii ki. Ama yine de tedbil-i mekanda ferahlık var mıdır diye denemek lazım. Belki vardır. Sen farkında olmadan o mekanda yüreğinin de ferahladığını hissedersin belki?
Bir önceki yazımda yazdığım o adam'ın dediği gibi... ''senin şuran dar, göğsün sıkışıyor gibi oluyor şimdi. ama önce kalbini, göğsünü genişleticeksin, rahat olacaksın.'' Mümkündür belki de olamaz mı?

30 Ekim 2008

Kaçış

- Karşımda böyle acı çekerek ağlama, beni de ağlatacaksın şimdi, dedi adam. Karşısındaki küçük kızın gözyaşlarının şımarıklıktan değil de taa derinlerden geldiğini görerek.
- Özür dilerim, sizi üzmek istemedim, dedi küçük kız çaresiz ve güçsüzce.

Kız ağladı, arada güldü.. sonra yine ağladı...

Karşısındaki adam kıza kocaman sihirli bir ayna tutuyordu. ''Kendine bak, kendini gör, bak ne kadar güçlüsün, iyisin, güzelsin'' dercesine duydukça hem utandıran hem sevindiren bir sürü güzel sözler...

Ama iyileştirmeye yetmezdi, yetmedi.




16 Ekim 2008

bu işte...

sınanıyoruz...

hepimiz zaman zaman, dönem dönem...türlü türlü.. bazıları hiç farketmiyor.. bazılarıysa farkediyor ve tercihler yapıyor, cevaplar veriyor..düşünüyor...direniyor...

sınanıyorum...

ve biliyorum... önüme bi sürü şey çıkarıyor hayat. diğerlerinden daha kolay soru(n)lar belki.. ama yine de öyle zor ki... ve belki de bunlar sadece bir ön hazırlık... zor engeller çıkarıyor ve çıkaracak.. biliyorum.

direniyorum...karşı koymak için uzak duruyorum. başarılı olmak için çalışıyorum... güçlü olmak için, güçlü olmayı öğreniyorum. yetinmeyi bilmek için, ruhumu dizginliyorum. daha çok inanmak için, inanıyorum...

sınavlar var önümde... ve ben hiçbir şey bilmiyorum!
kağıdım karalanmış, kağıdım bomboş, kağıdım paramparça...
"yaşamında, genel çizgilerinde,
üç tür şeyle karşılaşacaksın:-

1) gelip geçmiş şeyler.
2) gelip geçmemiş şeyler.
3) gelmeyip geçmiş şeyler.

bütün 'şey'lerin, geçmiş ya da geçmemiş,
ya da hiç geçmemiş olacak.'' *

*oruç aruoba

12 Ekim 2008

yarası saklı

''hala çok yeni
yarası saklı derinde...'' *

***
geçen yıl bu zamanlar duyduğum o iki kelime kulağımdan gitmiyor hala.
O sahne, o hüzünlü ve dumanlı oda... Hiçbir zaman unutmıyım, rengi solmasın, hep zihnimde kalsın diye anımsıyorum ara sıra... senin boğazına bi'şeyler düğümlenirken, benim tek kelime edemediğim, gözyaşlarımı tutmaya çalıştığım o an... bana kalbimdeki yerini hatırlatan, seni
kendimden bile sakındığımı anlatan...en gerçek, en zırhlarından kurtulmuş, en masum halinle, o anı saklamak istiyorum sonsuza dek...

an'ların, anıların hiç gitmesin aklımdan ve kalbimden... sen de gitme...

7 Ekim 2008

alıntılar I

kime çarpsam kendimi
ve bölsem milyarlara
payı sen paydası sen

kime çarpsam kendimi
ve toplasam bildiklerimi
payı sen paydası sen
ağlarım

farzet delsem karanlığı
farzet ki delsem
ışığım sen
güneşim sen
ayım sen

onur akın- ben yağmur yüklü bir bulutum

NOT: alıntılar vs...başkalarının söylediklerine kulak vereceğiz bi süre...

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi