29 Kasım 2008

cumartesi notları

* Pazar günlerinden çocukluğumdan beri nefret ederim. Ertesi günkü okul hazırlığı, ütülenen önlükler, o zamanlar çalışkan bir öğrenci olmadığım için yetiştirilmeye çalışılan ödevler, evde börek ve balık kokusu... Pazar demek bunlar demekti o dönemlerde. Şimdiyse kendime ait tek günüm. Ne yapsam acaba diye düşündüğüm 24 saat...bu yüzden öğrenciyken,  'cumartesi çalışılan bir işte aslaa çalışmam!' dediğim için çok pişmanım! yarım gün de olsa en sevdiğim günden saatlerim çalınıyor yahu! Ama yine de şikayetçi değilim tabii. En azından sevdiğim bir işim var çok şükür... 
(bkz: patronun blogunuzu okuma ihtimali) hahah çok mu çakalım ne?:) 

* Kendi kendimi eğlendirmeyi çok seviyorum. Şu an yaptığım gibi. Bir başkasına hiçbir şey ifade etmeyen küçük şeylerden mutlu olmayı...Bu lükse yeniden sahip olmaya başladığım için de mutluyum...  

* Bugün, muhtemelen bir turistin yere düşürdükten sonra, tinerciye kaptırdığı şapkasını geri alma çabasına şahit oldum. O nasıl bir manevi değerdir ki, paralar teklif edilir, tinercinin naapıcam olum al paranı geriye deyip, bereyi kafasına geçirmesi üzerine polislere gidilir... 
Sonuç ne oldu göremedim ama turistin polislerle birlikte yürürken, adamı ikna etmek üzere olduğundaki gözlerindeki ışıltıyı gördüm... 

* * imaj değiştirmek istiyorum. saçlarımdan, renginden, giyim tarzımdan fena halde sıkıldım. 

* '' canım'' sevdiğim ve çok güzel bir kelime.. ama noluur yolda bir şey sorduğunuz birine teşekkür ederken kullanmayın. bu kadar hoş bir kelime, lafın gelişi olmamalı. 

* yolda bir şey sormak dedim de; geçen gün bir adres ararken yaşlı bir amcaya - yardımcı olmak istediğini hissedip- 'buralarda bir hastane varmış, migrosun arka tarafında?' dedim. amcam tüm tatlılığıyla ' şimdiii bu taraf kuzeyse, bu taraf güney...'' diye başlayıp ' sen okul okudun dimi? diye devam eden, oldukça ilginç, mantıklı ve tatlı yol tarif etti (daha doğrusu elimizdeki veriler üzerine eğlenceli tahminler yürütmek diyelim) O günün en güzel anıydı sanırım...

* iki yıldır görmediğin birine, bambaşka gözlerle bakmak... çok garip... ve değişim kaçınılmaz...

* birine, 'seni seviyorum'  demeyeli yıllar oldu. ama 'birini'  seveli de yıllar oluyor. bu ne yaman çelişki böyle! 

*  apocalyptica- ruska kadar 'yollara' yakışan bir şarkı daha bilmiyorum. beni tanıştıran fep'e minnettarım:)

* ve Pinhani... bambaşka bir dünyadan sanki... zamansız ve mekansız... 

* Haşmet Babaoğlu'nun Pazar Notları'nı okumayı çok seviyorum...   
Keyif çayım ve yanında pazar notları... 

ve 

peki neden cumartesi? bir sebebi yok... sadece canım istedi...istediği sürece de yazacağım... 



27 Kasım 2008

25 Kasım 2008

mutsuz punk



"ah" dedi "senin durumun fena"
"ah" dedi "kalbinde bu neyin acısı?"




yasemin mori

16 Kasım 2008

kararlar, filmler, müzikler ve...

Ayrıldığı sevgilisini aldatmamak için cebine gazete kağıtları doldurup dışarı çıkan adamın hikayesini anımsıyorum.


'O gün'den beri, yani hayatımın tüm renklerini, seslerini, kokusunu , anlamını değiştirdiğinden beri, yalnız dolaşmaya alıştığım caddelerde, kitapçılarda, sana gelen yollarda, kimse beni görmesin, ben kimseyi görmiyim diye yürüyorum artık. Baktığım, gördüğüm her yerde ve her şeyde 'sen' olsan da...Benden bunu istemen bir yana, ruhun bile duymadığı ve evet delilik dahası aptallık olduğu halde... En acıttığın, kızgın, kırgın, ümitsiz ve vazgeçmiş olduğum zamanlarda bile...
Ama gün geliyor ki; artık gözüm kararıyor ve 'yeminimi bozuyorum'. Bozduğum halde olmayacağını bilerek.. Bana açılmış sevgi dolu kollar düşüyor aklıma... İyi ve kötü yanlarım savaşıyor... Olur diyorum, olmaz diyorum, evet'ler hayır'lar kapışıyor birbiriyle.. ve gözümü karartıyorum sen bana yine umursamaz gülümsediğin o an'da... Sonra çıkıp gidiyorsun. Ben o hırsla alıyorum telefonu elime...O'nun adını buluyorum rehberden. Arıyorum. Ama bir yanım da aradığım numaraya ulaşamasam keşke ya da keşke duymasa, açmasa diyor...Fakat ulaşıyorum, uzaktaki ses; 'iyiyim canım sen nasılsın' diyor. 'iyiyim ben de' diyorum. Sesim tedirgin ve yabancı kendime... Amatör oyuncular gibi söylüyorum repliklerimi... Kendin bile inanmamışsın söylediklerine, karşındaki nasıl inansın diyorum. Yapaylığımdan utanıyorum.
Birkaç soru soruyorum o'na ve cevapları ne olumlu ne de olumsuz oluyor. Ama olumsuzları duymak işime geliyor, gerisini düşünmüyorum... Ohh diyorum sessizce, seviniyorum. Sonra çözüm yolları, alternatifler sayıyor ama umursamıyorum bile...
Sonuç olarak; olmuyor...gitmiyorum, gidemiyorum...yapamıyorum...

Yine aptal, yine aşık, yine sadık, yine saf oluyor aynadaki karşılığım...

***
ve sonra kendimi uzak'birinin yanında değil, sinema salonunda buluyorum o akşamüstü.

Tam da beklediğim anda; '' Ben ayrılmak istiyorum!'' diyor adam... Yapamayacağını anlıyor, bunalıyor, korkuyor, kaçıyor... Sıradan ve zaman zaman rahatsız edici bir hikayeyi müthiş bir biçimde anlatan filmde bir ayna buluyorum pekçok kişi gibi...müziklerinde çarpılıyorum, kayboluyorum... kadere olan inancımın bir kanıtını daha buluyorum... Hislere, sezgilere, 'söylenmeyene', satır aralarına olan inancımı...ve hepsinin binlerce kez olduğu gibi, bir kez daha, söylediklerini duyuyorum. Biliyorum geçecek. Bitecek tüm 'karın ağılarım'. Daha az ağlayıp, daha az üzüleceğim. Canım daha az yanacak adını duyduğumda... Kokun burnuma gelemeyecek ama, ellerime dokunuşunun nasıl olduğunu, teninin sıcaklığını bileceğim ama hep biraz 'mesafeli' ve 'yarım' kalacak... Başka yerlerde, başka hayatları yaşarken biz... Bildiğim, inandığım, bana güç veren, kalbimi ısıtan bir şey olacak; senin 'o adam' olduğun... senden sonra, neler ve kimler olduğunun adı, önemi, anlamı olmayacak... hep bir yerde bir parçasını bırakmış yarım kalacağım... ve bir gün karşılaşır da konuşursak eğer; 'iyiyim' derken gözlerimi kaçıracağım belki, yalan söylediğimi anlamaman için... ama nafile... anlayacaksın...bileceksin... çünkü hep bildin...

ve biliyorum hikayemiz böyle olacak...eğer istersen...
***
Not: Film: Issız Adam
Müzikler: daha sonra...

5 Kasım 2008

başlangıç ve bitiş

Bugünü yazmalıyım... okuduğum, yazdığım, yaptığım hiçbir şeye konsantre olamıyorum... o nedenle yazdıklarım ve yazacaklarım tatsız ve keyifsiz olabilir... ama yazmalıyım bugünü...

Yeni bir hayat başladı çünkü bugün aramızda. Minicik bedeniyle mışıl mışıl uyurken gördüm bir kaç saat önce... öpemedim henüz, koklayamadım... teyze olmak...hmm... henüz tam olarak bilmediğim ama öğreneceğim bi duygu...

Balkan bebek,

hediye gibi geldin hoşgeldin...


***

ve bi'şeyler bitti bugün... eğer tüm işaretler, hiç kimselere anlatmadığım rüyalarım, tüm duyduklarım ve hissettiklerim, inandıklarım... eğer ki senin 'o' olduğunu söylüyorsa yine de... zaten zamanı gelecek bir gün demektir...

vazgeçsem de yenilsem de... ne kadar uzağa gitsem de / gitmesem de/ gidemesem de...
hep içimdesin...benimlesin... ama yine de şimdi öyle hafifim ki... öylesine...

4 Kasım 2008

özür

Fep'e...

Süslü cümlelerim yok...

Kırdım seni hem de çok...ve üzdüm, haksızlık ettim, kızdım belki de biraz.
Ben at gözlükleriyle toz pembe bulutların ardından dünyaya bakarken, bana göremediğim yerleri anlatan, sessizliğime dahi kulak veren seni, sadece ayna tutan değil, aynanın arkasındaki sır'ları ve diğer tüm yansımaları gösteren seni, dostum'u, tüm hırçınlığımla kırdım ve üzdüm! Bundan hiç mi hiç hoşlanmayacağını bile bile; 'özür dilerim'... çünkü buna hakkım yoktu.. üzgünüm:(


***

anlat bana her şeyini!
acılarını,sevinçlerini
ve içinde kalan her şeyini!
istersen önce,
acılarından bahset bana...
bahset ki;
ortağın olayım bir dost gibi.
belki nasıl davranman gerektiğini söylerim sana,
belki de ağlarız birlikte
sessiz ve derinden...
belki de sana sıkıca sarılırım
sözcüklerin bittiği her yerde.
istersen sevinçlerinden de bahset
bahset ki;
anlayayım acıların seni yıkmadığını
nasıl direndiğini ve nasıl yok ettiğini...
istersen aşklarından da bahset bana...
bahset ki;
birlikte analım tüm anıları.
yeter ki anlat bana her şeyini!
arzularını,hislerini
ve tüm tutkularını...
birde seni anlat bana.
anlat ki... anlayayım içindeki beni
anlayayım ki... anlatayım seni nasıl sevdiğimi...

sanki sen'den gibi...

* murathan mungan-anlat bana

3 Kasım 2008

Kayıp Son Gün

Evettt geldik bir buçuk günlük kafa izninin bittiği güne. Bir pazartesi daha yine işimin başında, aynı noktadayım.

Dün, sabaha karşı yattığım halde yine normal bir saatte kalktım. Aferin bana!
Sonra evde tembellik mi yapsam yoksa çıkıp işe yarar bişeyler mi yapsam bilemedim. Zaman geçti...geçti.. ve dışarı çıkmaya karar verdim.
Gün boyu en iyi yaptığım şey fotoğraf çekmek oldu. Bir ara; volkswagen kardeşliği gibi, makine kardeşliği hissiyatıyla tanımadığım biri bana gülümsedi. Ben de ona gülümsedim:) Günün en güzel saatlerini böyle yiyip bitirdim işte..

Sonra eve döndüm fotoğraflarla uğraşırken gece yarısı oldu. Ve fark ettim ki uzak kalmak istediğim şeylerden uzak kalmak bir yana, daha da yakın oluyordum sanki. Hep böyle olmadı mı, olmaz mı zaten? Yoksa benim beceriksizliğim mi bu? Bilemedim ki..
Belki de kaçtığım şeylerin üzerine gitmeye başlamışımdır.

ve sonra ve sonra ve sonra...sonrası dopdolu, sonrası boşluk...

***
Bu kadar basit şeyler anlatma sebebim; aslında her şeyi basite indirgemeye çalışmak istememden... Geçici bir durumdu. Normale döneceğiz efendim.
Esen kalın.:)

1 Kasım 2008

Kayıp Bir Gün II

Ve bakalım 'hayattan izinli' ikinci günüm yani bugünüm nasıl geçti?


Dün gece uyku tutmadı. Sabaha karşı 4'te kalktım bilgisayarı açtım. Müzik dinleyemedim. Nette dolaştım. Sonra sıkıldım. İçim uyuyor ama gözlerim kapanmıyordu. Gözlerim yanıyor ama kapanmamak için direniyordu sanki. Velhasıl kelam uyumuşum. Ama sabah uyanmam zor oldu tabii.

Herneyse uzun uzun anlatmayacağım bugünü çünkü uzun bir gün değildi. Gerçi gün ve yaşananlar halen devam ediyor...

Yerine daha zarif bi kelime bulamadığım için 'kanka' diyeceğim kişi tarafından bilmemkaçıncı kez daha ekildim. Hadi ekilmek demeyelim de... Yok yok ekilmek diyelim çünkü demezsek eğer diğer alternatifleri daha derin ve ciddi yerlere gider... ( ama arkadaşlar iyidir. dimi? ) Herneyse işte bu sebepten dolayı tek kişilik planlar yapmam gerekiyordu. Aslında dünden planım hazırdı ama o planı gerçekleştirecek istek ve güce sahip değildim bu sabah.

O nedenle yapılabilecek en iyi şeyi yapmak üzere evden çıktım.
Merak ettiğim ve şimdiye kadar çoktan izlemiş olmam gereken eski bir filmi aramaya başladım ve çok aramadan buldum, aldım, geldim, izledim ve beğendim.

Ve sonra yine sabahki ve şuanki gibi nette dolaştım ve bunun için de kızdım kendime. Yapmak istemedğinin şeyleri niye yapıyorsun kızımm?? dedim ses vermedi.

Öyle işte.. Kendi hayatınızdan izinli olduğunuzda yapılabilecek en iyi şey başka hayatlara girmek, onları izlemek, düşünmek anlamaya çalışmaktır. Ve aynı zamanda kendiniz adına bir çok şeyi tekrar başka gözlerden görme şansımız olur böylece...
Bunlar bildiğiniz şeyler zaten.

Birazdan o meşhhuurr yemeğimi icra etmek üzere mutfağa doğru gideceğim. Bir çeşit terapi bu da...


ve sonra bir film daha...


edit:

- meşhuurr yemeğim o kadar güzel olmadı çünkü içine sevgimi katmadım. evet!:)

- ikinci filmi izlemek yerine dizi izledim aferin bana.

- güya kaçıp saklandığım biri var...kaçtıkça yine yeniden çarptığım... hayır yanlış yöne mi doğru konuşuyorum bi anlasam...

-bir de hiç ummadığım bi anda ce! diye yüzümü güldüren bi adam var. ben kendimden vazgeçsem o vazgeçmiyor. filmlerdeki 'şştt hadi toparlan' diyen omzunda ağlanılası dostlardan yani.. vay be diyorum. ne mutlu bana:)
-

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi