29 Ağustos 2009

ledorita?

olmaz, olamazz! bir anlamı varmış!!!
kaçınılmazdır, herkes sorar ilk duyduğunda. ''anlamı nedir?'' diye 'bir anlamı yok. benim uydurmam.'' derim ben de. yıllar yıllar evvel, fantastik edebiyata merak sardığım dönemlerde, dünyalar arası geçişleri konu alan bir hikaye yazarken, fantastik edebiyat gereği şehir, kahraman vs.. isimleri uydurmak durumundaydım ve bunun için pek çok anlamsız kelime yazdım. bazılarına da karakterine göre anlam yükledim. sonra hikayeyi yazmaktan vazgeçince, bir gün kendime kamufle bir kimlik ararken, o uydurmaların arasından ledorita'yı seçtim. orjinal yazılışı led-orita şeklindeydi. hikayede 'iyilik meleği' olarak tanımlanan bir tür görevliydi. tabii bana hoş ve naif gelen kelimeyi kullanmaktan başka öykünün bu kısmıyla ilgim yok. iyilik meleği filan değilim yani:)
her neyse... geçenlerde google'a dedim ki 'google google, ledorita hakkında ne biliyorsan dökül!'
o da döküldü. netteki fotoğraf galerilerim ve bloglarımdan başka birkaç şey daha çıktı ve kafam çok karıştı! benimle ilgisi olmayan şeyler ama merak ettim! biri için ultimate online ile haşırneşir birini bulmam lazım.

diğeri de şöyle bir şey;
''shvachennye
gekkoringami, podpodoshvennye uchastki  ledorita  nadlomilis''
deli gibi kaynak ve sözlük dolaştım ama dilinden bile emin değilim halen. anlayan varsa ses versin:)

ve bir de not: son birkaç gündür şu smiley kadar bile gülümsemediğimi farkettim şimdi.
saçlarını kestirdi böyle oldu!
saçlarının rengi ve modelini hemen hemen hiç değiştirmeyen biri olarak bile şundan eminim ki bizim için bu denklem şöyle:
depresif mod = kuaför = depresif mod

ne pis bi kaosmuşsun sen!



28 Ağustos 2009

açlık başa vurunca

bozgunlar

hiçbir aşk ve macera tanrısı
yola çıktığı gibi dönmez geriye
kabuk bağlar yüzümüzdeki gölgeler
unutarak ve vedalaşarak geçilen
durakların birinde inmemiz gerekir
bindiğimiz düşlerden
hayat belki başka biri yapar bizi
bir melodram öğesi olarak
umudun da, umutsuzluğun da aşıldığı
o altın dengede
biliriz içimizdeki avdan yorgun dönen akşamlar
ne kadar bütünlese de
parçalar.

***
murathan mungan-bozgunlar

26 Ağustos 2009

in a manner of speaking

dün akşam sourberry' de dinlerken bir kez daha aşık oldum bu şarkıya.
öyle güzel öyle anlamlı ki
altyazılar serisinin şarkısı olmalı dedim.

buradan dinleyebilirsiniz


altyazılar (4)

''Hiçbir nedeni yokken canım sıkıldı bir gün. Bomboş geldi her şey. Büyük ve kalabalık bir yerde tek başına kalmış bir çocuk gibiydim. Yalnız hissettim. Galiba seni özlemekti bu.
Yanına geldim, 'canım sıkıldı' dedim. özledim demedim.''

***



24 Ağustos 2009

altyazılar (3)

''anlıyorum demiştim. anlamıyordum oysa...
sadece anlamıyor, adeta yaşıyordum.''

-altyazılar-

can sıkıntısı

yarım bir kalp olmuş orda. bazen çekim yaparken ne çektiğimi görmüyorum, sonuca da şaşırıyorum böyle. üzerine pek çok şey yazılabilecek bir kare aslında ama hiç duygusal çağrışımlar yapacak havada değilim bu ara. isteyen yorumlayabilir;)

Jude Law - Hamlet

23 Ağustos 2009

altyazılar (2)

''Derin derin baktın bir gün. Çok yakın ama çok uzak gibi. Sanki ben gerçek hayatta yaşamıyormuşum ve sen o hayatta binlerce savaş veriyormuşsun da ben bunlara çok uzakmışım gibi...
anlattın, anlattın... yalnızca
anlıyorum dedim.''

-altyazılar-

altyazılar (1)

''Bir fotoğraf bulduk o gün orda. Sen efkarlandın, bir sigara yaktın. Uzun uzun baktın özlediğin adama. Ben de sana baktım. Hiçbir şey denemezdi o an. Hiçbir şey demedim.''

-altyazılar -

22 Ağustos 2009

iftarlar, sıcak pide ve bir garip huzur


Ramazan münasebetiyle yeme içme mevzularına dalacağım, bu konuda eline su dökemeyeceğim bherefu gibi :)

iftar sofrasında sıcacık pide, peynir ve çayım olsun başka bişey istemem. Ama mütevazi de olsa şu manzara da bir başka oluyor tabii. Son birkaç yıldır şirkette yaptığım iftarlarda kalabalık, paylaşma ve huzurun anlamı biraz daha güçleniyordu sanki. Bu yıl ise evde olacağım için, yemek hazırlanırken bol bol fotoğraf çekeceğim sanırım. O son bir saat başka türlü geçmez çünkü.:)

21 Ağustos 2009

...

" bir misafirliğe gitsem.
bana temiz bir yatak yapsalar
her şeyi, adımı bile unutup
uyusam. "

murathan mungan

20 Ağustos 2009

blogu fotoblog'a çevirmicem söz. ama bunlar da foto galeri'ye konmaz öyle değil mi?;)

bugün hiç şımarasım yoktu ama... jelibon, petito ve big babol hediye aldı biri bana. nasıl şımar mıyım şimdi ki :)
bir de şu kediyle tanışın. kedi sevmem, kedi fotoğrafı da sevmem ama hayvanda nasıl bi estetik varsa güzel poz veriyorlar doğruya doğru. kendisi iş yerinin karşısındaki süperbakkal'ın etrafında dolaşan, sık sık içeri girmeme engel olan kedidir. bu da şirketin bahçesinde güneşlendiği anın ve ardından 'ne çekiosun kardeşim' edasıyla bana çemkirmesinden az önceki anların kareleridir. ikinci pozunu gördükten sonra 'pardon abi rahatsız ettik' diyesim geldi resmen.

waiting

yazasım yok. en iyisi fotoğraflamak dedim.

ne güzel sormuş nick cave abimiz;
'are you the one that i have been waiting for you?
'



yine ağustos.. yine daha bi ağırlaşıyor her şey...


iyi geliyor bazen...

iyi yanı hiç solmaması;)

ama hep acelemiz var... hep... 'festina lente'


kahve- gazete- bekleyen- beklenen ve zaman...


bu en heyecanlısı belki de... parmakları dolanıyor insanın.


buna sözüm yok...

bu da bi itiraf, bi sır.

'özel' birine sms göndermişsem ve cevap bekliyorsam, aman Allah o süre nasıl güzel bir işkenceye dönüşür anlatamam. Tam bir karın ağrısı. O nedenle çoğu zaman dakikada binbeşyüz defa bakmamak için, telefonumu tamamen kapatıyorum. bi 10 dk. yarım saat, bilemedin
1 saat sonra açınca gelmiş olursa süpriz olsun, ben de sanki beklemiyormuş gibi hissedeyim diye... ama bazen bu numara da işe yaramıyor ya da gerek kalmıyor.. neyse..

waiting for the miracle!


16 Ağustos 2009

bir ben vardır bende benden içeri

''fark ettim ki; içimde yaramaz bir kız çocuğu var. küçük mutluluk oyunları oynuyor kendince. hala muzurluk, eğlence peşince... ve işin kötüsü ona söz geçiremiyorum. tüm inatçı, şımarık, sersem ve cesur eylemlerimin sorumlusu odur! :) bana kalsa çoktan griye dönmüş, durgun bi deniz olmuştu her şey... ama kendisi de inanmayarak yapıyor aslıda, yine de üzülüyor diye üzülüyorum... kıyamam... bu duygu insanı bu hale getiriyor sanırım. yazık be!... :) ''

ledorita - günlerden bir gün, saçma sapan süprizler peşindeyken.

15 Ağustos 2009

mis kokulu kariyer planları

iş hayatına başladığımdan beri, dönem dönem gelen 'nerdeyim, napıyorum, ne yapmak istiyorum' tarzı sorularla boğuşurum. ve çoğu zaman, burada paylaşamayacağım sebeplerden ötürü, çözümsüz ve eylemsiz kalır, sızlanmalardan öteye gidemezler. fakat şimdi ne istediğimi buldum sanırım:

fırın açıcam ben! evet!


henüz pek küçük bir çocukken, ''büyüyünce ne olacaksın?'' sorusuna verdiğim iki cevaptan biri 'fırıncı' imiş... o zamanlar ne gibi bir dayanağım vardı bilemiyorum. ama bugün anladım ki benim çeşit çeşit kurabiyeler, ekmekler evet özellikle ekmekler, yaptığım bir yerim olmalı...
o birbirinden güzel kokuların insana nasıl bir mutluluk vereceğini son zamanlarda evde moda olan ekmek yapma sayesinde tahmin edebiliyorum. sabaha karşı mis gibi kokularla uyanmak acayip bişey! benim de kocaman ama sevimli ve sıcak bi yerim olsa... vitrinimi böyle türlü türlü iştah açıcı ekmeklerle süslesem, sabah kahvaltılarını zeytinli poğaçalarla yapan müşterilerime çay kahve ikram etsem... alametifarikası bir kaç tarifim de olsa... fena mı olur? marka stratejimi kendim oluştururum, logoyu filan da çalışır arkadaşlar. sermaye de ayarlanır elbet. sonra ver elini hamur işine! hahah
buyur sana 'küçük şeylerden mutlu olma' felsefesinin hayata geçmiş tarifi.

o halde,
bekle beni Le Cordon Blue :)

not: tabii ki bu tarifi gerçekleştiren insanlar olduğunu biliyorum ama bu basit hayali kurmama engel değil bence:)

14 Ağustos 2009

eureka eureka !!!

''beni öldürmeyip güçlendiren şeyi buldum: kıskançlık!''

13 Ağustos 2009 17:05 - ledorita

aydınlanmanın böylesi.:)

13 Ağustos 2009

15:15

aniden gelen, daha doğrusu çöken o his var ya.. hiçbir sebebi yokken üstelik... her şey durgunlaştırıp ağırlaştıran.. ondan kaçmanın bi yolu yok değil mi?

ben jack'in rüyalarıyım

Fight Club etkisinde rüyalara hoşgeldiniz.

Dün gece film izlemeye bile niyetim yokken, hiç o modda değilken, bilmem kaçıncı defa fight club'ı izledim. Tamam şu sahneye de bi bakıyım derken, film bitti saat 02:00 oldu. ve sabah o görürken çok eğlenip zevk aldığım fakat tamamen 'kopyanın kopyasının kopyası' şeklinde bir kulüp kurmakla meşgul olduğum için uyanamadım.

kulübüm şöyle bir şey:

adı: 'zıtlıkların birliği' sloganı: ''her şey zıttıyla kaimdir'' ( hadi canım!!! )
amaç: zıt kutuplardaki insanların birbirini anlamaya çalışmaları. bir nevi empati, hatta bütünleşme grubu
logosu da bu: (bknz. filmdeki ikea sehpa) tam olarak böyle gölgeli bir şeydi. o nedenle gölgeleri kendim ekledim.


böyle bir liste var ve zıtlıklara örnek buldukça o listeye atıyorum. playlist yapar gibi... aman Allahım ne keyifli! çok güzel örneklerim vardı fakat hiçbirini şimdi hatırlamıyorum ama şöyle bişeylerdi:

uzun boylu - kısa boylu
bir evi olan - olmayan
inanan - inanmayan
sevgilisi olan - olmayan
aşık olan - olmayan
hasta olan- sağlıklı olan

gibi gibi...

marla'nın katıldığı gruplar kadar mantıklı bence ama açıkçası işe yarar bir şey olur mu bilmiyorum. Neden olmasın yani, düşünmek lazım:)

p.s. uzun zamandır gördüğüm en absürd rüya olduğu için anlatayım dedim.

12 Ağustos 2009

bin jip

nihayet!

en sonunda tamamını izleyebildim. sonuna kadar izlenmeden nasıl güzel, nasıl derin bir film olduğu anlaşılmıyor.

bütün olmak, bir olmak, yok olmak, var olmak...
daha doğrusu, sanırım en güzel tarifi şurada yapılmış.

ve tabii ki insanı filmde daha bi parçalayan şarkı gafsa ...

başka söze gerek yok.

an...

''Nedir ki buse,

Dudakların ucundan ruhu tatmaktır biraz..."


Cyrano

10 Ağustos 2009

...

hep bunu yapıyorum.

bu intihar gibi bir şey. durumları ve duyguları çok güzel sona sürükleyebiliyorum.
çünkü acı, çekildikçe ve zamanla azalan bir şey değil... karnına bir bıçak saplandığını düşün.
onu neden yavaş yavaş değil de bir anda çekerler? bunun gibi bir şey. üstüne gidiyorum her şeyin... hadi n'olucaksa olsun bitsin diyorum. sonrasındaki daha büyük, daha keskin acıya razıyım. ama böylesi işkence gibi! çek bıçağı da bitsin diyorum! ve ince ince laflar çıkıyor ağzımdan, öfkemi kusuyorum...

ama sonra bazen gerçekten istemediğimi, daha doğrusu böyle bir şeye dayanamayacağımı düşünüyorum. sonra o ince keskin lafları ve öfkemi yutuyorum. boğazıma takılıyorlar.
bu yüzden de daha çok kırıklarım, kesiklerim, yaralarım oluyor... dengeden bi haber görünüyorum. ama olsun diyorum. buna değer!

hadi n'olucaksa olsun'larım bazen de tam tersi oluyor. tek gözümü kapatıyorum ve açık olan sadece bardağın dolu kısmını görüyor. kendimi bırakıyorum... böyleyken mutluyum. sadece böyleyken mutluyum... ama diğer gözümü açtığımda, ki istesem de istemesemde mutlaka açılıyor, onun daha da yorgun olduğunu fark ediyorum. ben yok saydıkça o daha derinden görüyor aslında...
bu da diğer yanımın mutluluğunu zehir ediyor. öcünü alır gibi!
bu yüzden her mutlu olduğum anın ardından diğer yanımı ortaya çıkarıyorum.. çünkü biliyorum ki öyle kalmayacak, üzüleceğim bişey olacak! ben de onu kendi ellerimle hazırlıyorum!

yanlış, çılgınca belki.. ama böyle.

uzun zamandır, bir gün aklımı yok sayıp kalbime teslim oluyorum, başka bir gün, kalbimi yok sayıp aklıma itaat ediyorum.
ve
nihayetinde mutlu ama acı çeken ile mutsuz ama daha az acı çeken olmak arasında bir tercih yapmak zorunda hissediyorum.

belki bu mümkün! ama böyleyken değil.

bu yüzden de söylediğim ve yaptığım hiçbir şey beni bir adım ileri veya geri götürmüyor. aynı kaos içinde dönüp dolaşıyorum...

ve çözümü ne bilmiyorum.

filmler ve başka şeyler...

Yapmıycam dediğin halde aynı şeyleri yapınca sonucunda duyduğu tek bir cümle insanı deli etmeye, o cümleyi getiren telefonu kırma isteği uyandırmaya yetebiliyor. ( bi sus, bi konuşma bi rahat dur dimi? Neymiş süprizmiş, incelikmiş! hahah! kızım anlamadın mı hala kadın dediğin incelik yapmaz, incelik bekler... göremeyince de çemkirir. öyle eti cin'ne gizli notlar yapıştırıyım gibi saçma sapan muzurluklara girmez! yeterince cool olduğuna güvenebilirsin ama muzursan bile gizle biraz!) her neyse... bu nedenlerle de tüm haftasonunu can sıkıcı şeyleri düşünerek harcamana neden olabiliyor. Ama bir noktada tercih meselesi sanırım. ve tüm gün düşünüp düşünüp 'acaba şu anda.....'' kalıbının ardına çeşitli soru cümleleri getirmektense, kafanı başka şeylerle meşgul etmen gerek.
Ara vermek gerek en azından.

Sen bi kenarda dur. Ben biraz takılıyım, geri dönüp üzülcem sana! hatta ağlarım bile, valla bak!
ve ben de bu anlaşma sonucu, haftasonu tam bir kültür-sanat böceğine dönüşecektim ki istanbul modern'in kapanış saatine yetişemediğim için sadece evde tüm gün (cumartesi gecesinden, pazar gecesine kadar) film izleyen bi böcek olarak kaldım. (böcek dediysem sevimlisinden! ;) ) İşte bir ara, biraz dışarı çıkıp dolaşmak üzere yola çıktım. ve tabii ki her zamanki gibi kayboldum. Aslında görsel hafızam yer bulma konusunda beni hemen hiç yanıltmaz ama ara sıra böyle şeyler oluyor. Her neyse daha önce de gittiğim, defalarca önünden geçtiğim istanbul modern'e gitmek üzere yola düştüğümde ise önünden geçip gitmek ve karaköy sokaklarında tırsak tırsak ve kaderime lanet etmekten başka bir şey yapamadım. ve o sokaklarda dolaşırken düşündüm; acaba şöyle olsaydı ben burda yürüyor olur muydum? acaba böyle olsaydı şuan şu serseri veletlerin bakışlarına maruz kalmak zorunda olur muydum? Sanırım olmazdım. Neyse.. Tüm bunlara rağmen, dışardan bakınca sanki evime gidiyormuşçasına kendimden emindim ve sonuç olarak bu vakit kaybının ardından tam vazgeçmiştim ki bir de baktım önündeyim. Fakat pek bi kibar (!) otopark görevlisi, 'müze mi? kapanıcak birazdan' dedi. Ben de başka bir gün gelmek niyetiyle bölgeden uzaklaşmak üzereyken bir motorun arkasında köpeğin birinin öndeki adamın boynuna sarılmış bi şekilde seyahat ettiğini gördüm. ve buna - yine yalnız olduğum için- gülemedim. üzerine yapabileceğim espriler de içimde kaldı ve maalesef makinemi çıkarmaya yetişemeden gittikleri için nasıl bir görüntü olduğunu da paylaşamıyorum. pehhh!

Bir de sayın başbakana yol vermek üzere, polislerin ''yayalar geçmeyin! bekleyin, bi durun iki dakka' komutlarına itaat ettim.

Her neyse bu saçma yolculuğun ardından, bir kahve içip eve geri döndüm. ve film seanslarıma kaldığım yerden devam ettim.


Şaşkın ördek yavrusu maceralarımı bir kenara bırakırsak kısa kısa aklımda kalan şeylere değinmek isterim.


Arizona Dream;

15 Yıllık kült filmi yeni izlemiş biri olarak ezik ezik cümleler kurmayacağım. Aklıma yer eden güzel detaylar var. Fakat Cary Grant taklidi başka bişeydi! :) daha doğrusu Paul.. o nasıl 'manyak', nasıl güzel bir karakterdir öyle?

ve Johnny Depp... sen nası bi insansın!?!

Zach Braff;

Bir Scrubs hastası olarak, Zach Braff'a olan sempatimi anlatmama gerek yok sanırım.
Pazar günü boyunca kendisinin yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı Garden State de dahil olmak üzere Last Kiss ve ardından birkaç scrubs bölümü izleyerek doz aşımına uğradım. Her ikisi de izlenesiydi. Garden State'teki gibi bir çukur bulup çığlık atasım geldi. ve buna karşın Last Kiss pek iyi gelmedi. Erkekler ve korkuları... ve buna bağlı olarak da kadınlar ve korkuları...vs. vs..
her neyse...

Eğer scrubs hakkında bir fikriniz yoksa en azından şunu izleyin derim.
J.D ve Turk'ün 'buluşma' sahnesinde gözümden yaş gelmişti resmen!! :)

Arsen Lupin;
Romain'im Duris'im bile filmi izletemedi. Sadece şahsın olduğu sahnelere bakıverdim.

ve

P.S. I Love You

Günün son filmiydi, gece yarısı... yaptığım 'sen bi kenarda dur' anlaşmasının süresi de doluyorken...
Ağlamadım, gözüme bişey kaçtı!..



8 Ağustos 2009

pofffff

'anlatılmaz yaşanır' durumları anlatmanın bir yolu olmalı.

7 Ağustos 2009

böyle lens olmaz olsun:)

Leica ve Omax sağolsunlar, slr makineler için hareket edebilen lensler çıkarmışlar. (ya da benim ruhum henüz duydu ) bir de üstüne öyle reklamlar yapmışlar ki... Fotoğrafçı yanım teknik açıdan merak ve heyecan duyarken, reklamcı yanım ilanlara bakıp bakıp gülümsedi, kıskanç dişi yanım ise 'e ama oldu mu şimdi, böyle şey yapılır mı ' dedi.

Bir noktayı çeker gibi görünürken başka bir noktayı çekebiliyorsunuz.
Ne demek istediğimi daha iyi anlamak isterseniz buraya ve şuraya bakabilirsiniz..


renkli detaylar


* Starbucks'ta mecbur kalıp içtiğim pembe, ahududulu saçma şey... ama keyifi bozamadı.


* Balık tutan eller.. Galata'da balık tutmanın gururu olsa gerek...


* Plastik bardakta çay içmek...



* ve bu da fotoğraf hocasına bisküvi ikram etmenin sonucu...

6 Ağustos 2009

ve bu sondu

ortada söz konusu yapılacak hiçbir şey yokken varmış gibi oluyor. onu açıklıyım derken, bişey daha...sonra bişey daha.. gülüyorum içimden, Allah Allah noluyor yahu diyorum kendi kendime ama görüntüm hiç de öyle değil. iyice çırpınıyorum.. ve çırpındıkça da nolur bilirsiniz...o nedenle...

biri beni sustursun... plz ltf tşk...


5 Ağustos 2009

rüzgargülü

Bozcaada'da kendimi bir rüzgargülü sanıyorken... ( f.d )

Fotoğraf: Doğan
Ben Bozcaada'ya gidemediğim için hediye göndermiş sağolsun :)

daha az ben

burası daha çok bilinir olduğundan beri, tuhaf bir şey oluyor artık... eskisi kadar cesur ve özgürce yazamıyorum. önceden her şeye rağmen yazardım. garip bi cesaretle.. deli işi mi aptal işi mi bilmem.. bilerek ve isteyerek can alıcı laflar ederdim ya da bazen sözün nereye, kime gideceğini bilmeden, kimin üzerine alınması gerektiği halde alınmayacağını ya da tam tersi olacağını düşünemeden... tüm bu riskleri göze alarak yazardım. ama şimdi içimden gelse dahi günlük hayattaki gibi burada da maskeliyorum kendimi... yalancı bir maske değil, sadece bi örtü...
çünkü o kadar görünür olmak tehlikeli... buna rağmen görebilenlerden zaten gizlim saklım yok...

işte bu yüzden ben de, daha rahat ve hiçbir filtreye ihtiyaç duymadan yazabileceğim başka bir pencere açtım kendime... elbette kuzeye bakan... ve artık burası da, hedefsiz alıntılar, gündelik hayatta yaptığım tespitler vs.. dışında; yapabildiğimce, kendime engel olabildiğimce daha az sevgi pıtırcığı, daha az aşık, kısaca daha az kenarı süslü yazılar içerecek.
söylenecek her şey söylendi, yazılacak her şey yazıldı çünkü...
bundan sonrası yine kendi kendime sızlanmalarımdır...

ve yine kendi kendine olmalıdır.


ama yine de

ne kadar uzağa gidersem, ne kadar insan tanırsam o kadar...

4 Ağustos 2009

no escape

kendine verdiği motivasyonun yarı yolda fıss diye sönmesi nedeniyle, yüzde doksan başarısız bir kaçış planının ardından, başladığı noktaya geri dönen bir beceriksizin tek tesellisi ne olabilir diye düşündüm de... (nefesin kesildi biliyorum:))

sanırım kaçış sebebinin artık o denli güçlü görünmemesi olabilir. etken de aynı etkilenen de... aslında tepki de aynı... daha ilk temasta bile.... ama vazgeçmek değil, pes etmek değil, boşvermek de değil.. ne bilmiyorum ama başka bişey sanki... bildiğim tek yanı daha bi kontrollü olduğu.. en önemlisi kendini kandırmanın ötesinde bi kontrol. tabii yine de ne kadar gerçek, nereye kadar, ne zamana kadar süreceği şüphesi, akıl mantık mekanizmaları dışında başka bişeye teslim olduğu için, her zaman olduğu gibi, meçhule giden bir gemide hınzır ve sinsice el sallamakta gibi sanki... hımmmm?...

3 Ağustos 2009

geri dönüş

tatil bitti. on gün sonra yine aynı yerdeyim. ama on gün önce olduğum gibi mi henüz bilmiyorum...

2 Ağustos 2009

notlar ve mektup

* son zamanlarda, gece çok uykum gelip de bilgisayarı kapamak istediğimde, başlat-kapat seçeneğinden 'uyku'yu seçmeye yelteniyorum her defasında. şaşkın şey, bilgisayarı kapatıp kendini uyutacaksın halbuki!

* İstanbullu olup İstanbul'da turist gibi dolaşmak kadar kötü bişey yok sanırım! tüm az bildiğim semtlerdeki yanlış yol tarif edenlere...


* bunun yanında zaten turist sanılmak gibi bir sorunum var. özellikle fotoğraf makinem boynumdayken. bir de şıpıdık terlikler, tirildeyen elbiselerle dolaşsam tam olacak sanırım.:)

* geçenlerde Bebek Kahve'de otururken şunu farkettim; orta yaşlı, süslü ve şımarık bir kadın olmak istemiyorum! neyse ki henüz genç, süslü ve şımarığım :))


ve bir de...



pazar sıkıntısı

pazar günlerini sevmemem için bir sebebim daha var uzun zamandır. bana uzak, o'na yakın sebebim... düşünmezsem iyi ama düşünürsem, bir kere aklıma gelir de gitmezse, karnıma ağrılar giriyor!

pazartesi olunca geçemesi ümidiyle...

ironi



Anadolu Kavağı'nda bir çay bahçesi, efsane rekabete bambaşka bi açıdan bakmış gibi sanki... hımmm? :)

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi