30 Aralık 2010

...

hani eskiden izlediğimiz filmler vardı. böyle karda kışta geçen, bazen de yeni yıla girerken, duygusal, romantik, sıcak sıcak filmler...onlar neydi? ne türdü? nasıl arar nasıl bulurum bilmiyorum. hiç mi hiç bilmeden, kendi kendine, bilgisayara karşı oynayarak satranç öğrenilir mi? sanırım oldukça ilerleme kaydediyorum. içimdeki sebepsiz neşe kıvılcımlarını söndürecek bişeyler çıkıyor her gün.. ne istiyorsunuz kıvılcımlarımdan diye isyan etmek istiyorum ama ne fayda. üzerin örtülüveriyor bazen sebepsizce. artık bir fotoğraf makinem yok. aklıma geldikçe bir parçamı kaybetmişim gibi geliyor. bazı yerlere sırf bu yüzden gitmek istemiyorum. makinem yok napıcam ki? sanki olsa çekiyormuşum gibi:) biliyorum o'na benziyorum ben de... ama ne fayda genetik miras...biliyorum geri dönüş cümlelerinden bekliyordun belki ama yok. sadece o kalıp cümle; bugünlük bu kadar yeter..

29 Aralık 2010

karışır o zaman

bir gün hiç karşısına çıkmayacak gibi, söylediklerini duymamış, görmemişsin gibi, hiç çekinmeden söylüyor. ama karşına geçse ezilir, un ufak olur, küçücük kalır. ayağının altına aldığı şeyleri yüzünde bulur.
bir gün, sanki karşısına çıkacak gibi umut parçalarıyla kazıyor duvara yazdıklarını. etrafına çiçekler konduruyor.
ikisi de o, ikisi de ona...

22 Aralık 2010

hatıra defteri

Şu can sıkıcı durumları yansıtan yazılara ilaç gibi gelecek bir şey okudum dün dolabımı düzeltirken. Uzun yıllardır, belki de o günlerden beri, hiç okumadığım hatıra defterimi buldum. Sene 95. Bilirsiniz ilkokul yıllarında hatıra defteri olmayan çocuk yoktu. Herkese kalbi kadar temiz bir sayfa ayrılırdı. O sayfa da iki satır kalıp cümleler ve manilerle doldurulurdu. Yıllar sonra açıp okununca bir anlam ifade etmeyen şeylerle yani. Fakat şimdi bakınca adını bile unuttuğum arkadaşlarımın varlığını hatırladım. Bazıları beni şaşırttı. ''Şimdiki gibi yüksek tahsilinde de başarılı olmanı dilerim'' gibi bir cümle beklemiyordum doğrusu. Ve zaman geçtikçe en merak ettiğim arkadaşımdan da ''ileride bir gün bu tozlu sayfaları açtığında umarım beni hatırlarsın'' diye yazmasını... Bunlar en bilinçli olanlar. Diğerleri ise kalbim kadar temiz sayfa, mavi önlük, çeşit çeşit maniler ekseninde... Fakaat benim şaşkın kuzenimin yazdığını paylaşmam gerek. Liseye kadar aynı sınıfta okuduğum amcaoğlu şaşkın kuzen, bana nasıl hitap edeceğini de neden bahsedeceğini de şaşırmış. Noktasına virgülüne dokunmadan aktarıyorum:

''Sevgili arkadaşım ve akrabam..... bana kalbin kadar temiz sayfa ayırdığın için teşekkür ederim. seni çok sevdiyimi biliyorsun. sen benim daima arkadaşım, ablam ve sırdaşım olarak kalaçaksın. sana bir sır vereyim bunu kimseye söylemiyeçeyini biliyorsun. yeni birisi var Adı: Nazlı 10 yaşında anlarsın ya kızı gördüyüm zaman çarpıldım. bu olay geçen hafta oldu ama geçici Beyza daima kalbimde. daha yazıcak birşey yok. Ders yılında başarılar.
-----
Daima Çapkın ve Daima Çapkın Kalacak Yiyenin


******
*Dipnot: Çapkın 'yiyen' bu yaz evleniyor.

19 Aralık 2010

üç

''Bazı yazılardan o kadar pişman oluyorum ki, iyi ki gazeteci filan değilim.''

Bunu son yazıya istinaden söyledi. Halbuki kendi içinde bir amacı vardı ama fazla oldu yine. 

Neyse şu kısacık yazıyı şimdi kulağıma çalınan karizmatik bir diyalogla bitireyim:

baba: sen ne içersin?
küçük çocuk: ben bişey içmem!

17 Aralık 2010

son zamanlarda...

Sana bilmediğin bir şey söylemiyorum. Hepsini sen de gayet iyi biliyorsun okuyucu. Ama yine de yazıyorum. Çünkü canım istiyor. Ama her şey yazıldığı kadar dramatik ve duygusal değildir bunu da biliyorsundur umarım. Bazıları daha dramatik ve duygusal bazılarıysa o kadar değildir.
Henüz 'geçen gün' gibi gelen şeyler 'geçen yıl' oluveriyor birdenbire. O aradaki zamanı boş işlerle doldurmuş olmaktan mıdır bilemiyorum. Anahtar kelimemiz oluyor pek çok durumda ve ben o vakit, boşlukları dolduran o kavramdan hiç hoşlanmıyorum. Ama ne var ki, gerçeklik payı yüksek.

Bazen, sanki garip bir enerji tarafından çevreleniyorsunuz. Günlerce sadece bir duygunun esiri oluyorsunuz.
Ki sanırım buna özlemek diyorlar. Tüm gücünüzü tüketiyor. Ama bunu bile seviyorsunuz.

Bazense durup bir yeri, bir şeyi veya birini anımsayıp, özlemek için vakit olmuyor. İçinde bir yerde hep duruyor ama o durup tamamıyle düşünmek zorlaşıyor ve böyle olunca daha iyi anlıyorum. Hmm demek ondanmış diyorun, demek böyle olabiliyormuş diyorum..
Ve hayatın karşıma çıkardığı her şeyi bir cevap olarak görüyorum bakarsam eğer. Daha iyi anlamak, kendini onun yerine koymak için verilmiş bir ders, bir fırsat... Sonucu ne olacak bilmiyorum ve daha iyi anlamak için daha ne kadar sebebim ve bahanem olacak onu da bilmiyorum.

Sırtımda ağır yükler, göğsüme baskı yapan bir ağırlık ve zihmini yoran düşüncelerle yürüyorum. Ve ben incecik, yetişkinmiş gibi yapan bir kızım. Gözlerim büyüyor korktukça. Daha ne kadar büyüyecekse:)

3 Aralık 2010

ses bir kiii!!

Selam blog!
Ben de seni özledim.
Yazacak ne mecalim, ne vaktim ne de hevesim olmadığından sessiz kaldım. Gönül isterdi ki sana iyi haberlerle döneyim. Ama ne iyi ne de kötü haber vericem. Bi'haber kalman tercihimdir.:)
Ama bilmeni isterim ki; 'show must go on' hikayesine inanmıyorum.
Buna rağmen, zehirlenme sonrası tüm kırgınlığımı atıp iyileştiğimi hissettiğim an sokağa attım kendimi ve en sevdiğim yerlerden birine sığınıp çayımı içerken, açtım blogumu.
Günlük hayatın koşturmacasından, sıkıntısından, derdinden, ciddiyetinden, şuyundan, buyundan fırsat bulup bir mola verdim, yok saydım falan filan...

Tekrar yapabildiğimde görüşürüz...

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi