geçen bir sene...
gökkuşağı gibi.. ayaklarımı yerden kesip sonra dibe vuran, sonra yine havalara uçuran zamanlar!.. şapşal şey! güzel şey! hmmm pek güzel şey...
ve gelecek zamanlar.. tam da her şey bitmiş gibi görünürken...
ne isteyip ne istemediğimi biliyosun...
30 Aralık 2009
29 Aralık 2009
white rabbit
uzun zaman sonra dinleyince, bir dönem ne çok radyo eksen dinlediğimi hatırlattı bu şarkı. ve fark ettim de, bir tarantino filmine ne kadar yakışırmış sanki..
26 Aralık 2009
sustum biraz
uzuuunca bir süre kişisel analiz içeren yazılar yazmayacağım blog. 'sürekli didikleyen insan' portresi çizmek hoş değil. çünkü bu doğru değil.... sustum yani. zaten söyleyecek bişeyim de olmaz :)
bol bol smiley, gülücük filan..
bol bol smiley, gülücük filan..
kırmızı ve bulanık...
uzuuunn uzun yazasım var blog. 78 satır, 761 kelimelik bir diyeceğim var sana. başucunda dursun bu. baştan söyliyim kızgın değil, öfkeli değil... sadece 'tamam anladım ben olayı' demeye çalışan bir yazı.
***
bak bak... yukarı bak! sakın aşağı bakma. yukarı bakarsan akmaz. yukarı bak!
gözyaşı gibiyim. bir an kendimi bırakır da aşağı bakarsam akar giderim.
ileri bakmak zorundayım. zorundasın... ardına bakma, etrafında dönüp durma, olduğun yere bakarsan yürüyemezsin, tökezlersin. ileri bak! ancak adım atarsan açını değiştirebilirsin. olduğun yerde durma, adım at.
***
dün akşamdan beri her şey öyle bulanık ki... duygusal değil, zihinsel... her şey kopyasının kopyasının kopyası gibi... yüzler, sesler, yerler... her şey flu... yaptığım her şey, söylediğim her söz benden çıkıp gidiyor. sonra izliyorum... bunu yaptım, şunu söyledim... konuşuyorum ama sesim bana uzak... mesaj yazıyorum ve gidiyor. aa yazdım ve gitti! dönüşü yok!
neyse ki hiçbiri zihnim aydınlanınca pişmanlık duyacağım şeyler değil...
şimdi, ancak bu saatte üzerindeki tozlar yavaş yavaş gidiyor. sarhoşluğum ayılıyor... ama bulanıklığın farkına varırken de bulanık düşünüyorum... ve tüm bunlar olmaya başlarken, birileri beni eleştiriyor. soruyor, sorguluyor... şöylesin, böylesin, öyle olsan böyle olmaz... cevap veriyorum ama bazen susuyorum sadece... verdiğim cevaplar kimseyi tatmin etmiyor. hiçkimse çelişki nedir bilmiyor gibi sanki... herkes kusursuzmuş gibi...
uyumaya çalışıyorum... yoksa sızıyor muyum? ama aklıma bir şey takılı sabahtan beri. bu saate kadar yapamamışım şimdi olmaz diyorum.. ama sonra o biliçsizlikle elim telefona gidiyor. fakat o kadar da bilinçsiz olmamalı ki sadece yazıyor.. yazıyor ve gönderiyor. aa yazdım ve gitti! dönüşü yok! amaan olmasın!
'Cause I'm a lover not a fighter
bu defa başka biri beni eleştiriyor. benimse zihnim halen şifreli yayında. ''bak sen şöylesin, böylesin''... 'seni böyle böyle algılıyorum ben' diyor karşımdaki. doğruluk payı olsa da öyle değilim ki! dinliyorum dinliyorum... bazen susuyorum, bazen cevaplar veriyorum... kimisi bahane kimisi gerçek... bir noktadan sonra da her soruya vereceğim tek bir cevabım var! fakat onu söyleyemiyorsan eğer, sebebine onlarca isim bulabilir, yarattığın o şeyin içini doldurmaya çalışabilirsin... bir tek onu söylemezsin çünkü kimse anlamaz. bu ancak kendinle paylaşabileceğin bir şeydir çünkü... bir şey vardır aklını, ruhunu, kalbini... her şeyi ele geçiren. o varken onu inkar edemezsin. yokmuş gibi davranamazsın. ve o güçlü şey seni o kadar ele geçirir ki geri kalan her şeyi önemsiz kılabilir, kör ve sağır edebilir... görmeye ve duymaya değer bir şey olmadığına ikna edebilir. aksini düşünmene fırsat dahi vermez. o vardır ve yokmuş gibi davranman imkansızdır. şimdi bu tüm hayatına bakış açını değiştiriyorsa, ki değiştirir, başka türlü davranman söz konusu olamaz. senden beklenenleri yapmaman umrunda olmaz. kimsenin bilmediği, duymadığı ve görmediği bir şey vardır çünkü sende. ve o her şeyi değiştirir... insanlar sadece insan gibi davranmıyormuş ya hani... ama ne tilki tilki değilmiş gibi davranabilir, ne tavşan tavşan değilmiş gibi... ne de aşık, aşık değilmiş gibi...
Olamaz mı olabilir?
''ne yapmak istiyorsun.'' diyorlar. ne yapmak istiyorsun? ne yapmak?? aslında yapmak istediğim tek şey var. ama bunu kimseye söylemedim. hayalimizdeki şeyi iş haline getirmek lüks bizim gibiler için... bu yüzden de, en çok istediğini değil ama ona yakın bir şeyi yapmayı seçiyorsun.. ve bu da zaman zaman tökezlemene neden oluyor hepsi bu! herkesin önemsediği şeyleri önemsemiyor olabilirim, sizin henüz keşfetmediğiniz ve belki de hiç keşfedemeyeceğiniz başka bir 'anlam' bulmuş olabilirim kendime, olamaz mı? ondan sonra geri kalan her şey daha bir değersizleşmiştir gözümde olamaz mı? bence olabilir... pekala olabilir...
aklı fazla karışık, 'kimse beni anlamıyor', 'hayat çok boktan' minvali karanlık havalı adamları sevmem. fazla entellektüeliteden, aklı ve saçları birbirine karışmışları da... aynı zamanda, kendi küçük evreninden çıkamamışları da... içi bomboş olanları da... çok fazla düşünüp kurcalayıp iki adım gidemeyen biraz olsun aydınlanamayanları da... yani düşünüyor olması bi işe yaramayanları... ve bir kalıba fazla girmiş olanları... korkakları ve cesaretsizleri... hep konuşan ama bir şey yapamayanları da...
ve tüm bunları eleştirirken, arasından özenle seçilip duymaya maruz kaldığımdaki ruh halimi de sevmedim...
iyi niyetli olduğu muhakkak olan sözler bile canını sıkıyor bazen insanın... ''sen şöylesin böylesin, neden öyle yapmıyorsun, neden böyle, öyle yapsan böyle olur aslında'' pardon ama o zaman benim burda işim ne??? yanlış yere mi geldim ben? kurabiye hamurundan ekmek mi yapmaya çalışıyoruz yoksa? malzeme budur zira...
o an uyandım. uzun ve derin bir uykudan uyandım. napıyorsun sen dedim? neden düşünüp, konuşup, sorup duruyorsun? yapsana! bak adamlar zaten yıllar evvel demiş; just do it! budur!
tilkinin tilki olduğunu ispat etmesi için, tavşanı oracıkta yiyivermesi yetermiş. gidip aslandan 'tilkilik belgesi' almasına gerek yokmuş. yani aslında doğada sadece doğal varoluşunla varsın. başka bir şeye ve söze lüzum yok.
yani just do it!
***
bak bak... yukarı bak! sakın aşağı bakma. yukarı bakarsan akmaz. yukarı bak!
gözyaşı gibiyim. bir an kendimi bırakır da aşağı bakarsam akar giderim.
ileri bakmak zorundayım. zorundasın... ardına bakma, etrafında dönüp durma, olduğun yere bakarsan yürüyemezsin, tökezlersin. ileri bak! ancak adım atarsan açını değiştirebilirsin. olduğun yerde durma, adım at.
***
dün akşamdan beri her şey öyle bulanık ki... duygusal değil, zihinsel... her şey kopyasının kopyasının kopyası gibi... yüzler, sesler, yerler... her şey flu... yaptığım her şey, söylediğim her söz benden çıkıp gidiyor. sonra izliyorum... bunu yaptım, şunu söyledim... konuşuyorum ama sesim bana uzak... mesaj yazıyorum ve gidiyor. aa yazdım ve gitti! dönüşü yok!
neyse ki hiçbiri zihnim aydınlanınca pişmanlık duyacağım şeyler değil...
şimdi, ancak bu saatte üzerindeki tozlar yavaş yavaş gidiyor. sarhoşluğum ayılıyor... ama bulanıklığın farkına varırken de bulanık düşünüyorum... ve tüm bunlar olmaya başlarken, birileri beni eleştiriyor. soruyor, sorguluyor... şöylesin, böylesin, öyle olsan böyle olmaz... cevap veriyorum ama bazen susuyorum sadece... verdiğim cevaplar kimseyi tatmin etmiyor. hiçkimse çelişki nedir bilmiyor gibi sanki... herkes kusursuzmuş gibi...
uyumaya çalışıyorum... yoksa sızıyor muyum? ama aklıma bir şey takılı sabahtan beri. bu saate kadar yapamamışım şimdi olmaz diyorum.. ama sonra o biliçsizlikle elim telefona gidiyor. fakat o kadar da bilinçsiz olmamalı ki sadece yazıyor.. yazıyor ve gönderiyor. aa yazdım ve gitti! dönüşü yok! amaan olmasın!
'Cause I'm a lover not a fighter
bu defa başka biri beni eleştiriyor. benimse zihnim halen şifreli yayında. ''bak sen şöylesin, böylesin''... 'seni böyle böyle algılıyorum ben' diyor karşımdaki. doğruluk payı olsa da öyle değilim ki! dinliyorum dinliyorum... bazen susuyorum, bazen cevaplar veriyorum... kimisi bahane kimisi gerçek... bir noktadan sonra da her soruya vereceğim tek bir cevabım var! fakat onu söyleyemiyorsan eğer, sebebine onlarca isim bulabilir, yarattığın o şeyin içini doldurmaya çalışabilirsin... bir tek onu söylemezsin çünkü kimse anlamaz. bu ancak kendinle paylaşabileceğin bir şeydir çünkü... bir şey vardır aklını, ruhunu, kalbini... her şeyi ele geçiren. o varken onu inkar edemezsin. yokmuş gibi davranamazsın. ve o güçlü şey seni o kadar ele geçirir ki geri kalan her şeyi önemsiz kılabilir, kör ve sağır edebilir... görmeye ve duymaya değer bir şey olmadığına ikna edebilir. aksini düşünmene fırsat dahi vermez. o vardır ve yokmuş gibi davranman imkansızdır. şimdi bu tüm hayatına bakış açını değiştiriyorsa, ki değiştirir, başka türlü davranman söz konusu olamaz. senden beklenenleri yapmaman umrunda olmaz. kimsenin bilmediği, duymadığı ve görmediği bir şey vardır çünkü sende. ve o her şeyi değiştirir... insanlar sadece insan gibi davranmıyormuş ya hani... ama ne tilki tilki değilmiş gibi davranabilir, ne tavşan tavşan değilmiş gibi... ne de aşık, aşık değilmiş gibi...
Olamaz mı olabilir?
''ne yapmak istiyorsun.'' diyorlar. ne yapmak istiyorsun? ne yapmak?? aslında yapmak istediğim tek şey var. ama bunu kimseye söylemedim. hayalimizdeki şeyi iş haline getirmek lüks bizim gibiler için... bu yüzden de, en çok istediğini değil ama ona yakın bir şeyi yapmayı seçiyorsun.. ve bu da zaman zaman tökezlemene neden oluyor hepsi bu! herkesin önemsediği şeyleri önemsemiyor olabilirim, sizin henüz keşfetmediğiniz ve belki de hiç keşfedemeyeceğiniz başka bir 'anlam' bulmuş olabilirim kendime, olamaz mı? ondan sonra geri kalan her şey daha bir değersizleşmiştir gözümde olamaz mı? bence olabilir... pekala olabilir...
aklı fazla karışık, 'kimse beni anlamıyor', 'hayat çok boktan' minvali karanlık havalı adamları sevmem. fazla entellektüeliteden, aklı ve saçları birbirine karışmışları da... aynı zamanda, kendi küçük evreninden çıkamamışları da... içi bomboş olanları da... çok fazla düşünüp kurcalayıp iki adım gidemeyen biraz olsun aydınlanamayanları da... yani düşünüyor olması bi işe yaramayanları... ve bir kalıba fazla girmiş olanları... korkakları ve cesaretsizleri... hep konuşan ama bir şey yapamayanları da...
ve tüm bunları eleştirirken, arasından özenle seçilip duymaya maruz kaldığımdaki ruh halimi de sevmedim...
iyi niyetli olduğu muhakkak olan sözler bile canını sıkıyor bazen insanın... ''sen şöylesin böylesin, neden öyle yapmıyorsun, neden böyle, öyle yapsan böyle olur aslında'' pardon ama o zaman benim burda işim ne??? yanlış yere mi geldim ben? kurabiye hamurundan ekmek mi yapmaya çalışıyoruz yoksa? malzeme budur zira...
o an uyandım. uzun ve derin bir uykudan uyandım. napıyorsun sen dedim? neden düşünüp, konuşup, sorup duruyorsun? yapsana! bak adamlar zaten yıllar evvel demiş; just do it! budur!
tilkinin tilki olduğunu ispat etmesi için, tavşanı oracıkta yiyivermesi yetermiş. gidip aslandan 'tilkilik belgesi' almasına gerek yokmuş. yani aslında doğada sadece doğal varoluşunla varsın. başka bir şeye ve söze lüzum yok.
yani just do it!
25 Aralık 2009
''şşştt sana bi sır veriyim mi? ''
her şeyi boşverip an'ı yaşamayı öğrendim ben. gözümü kapatıyorum... bazı bazı açınca tozlar, kumlar filan kaçıyor ama.. siyah gibi çoğunca fakat arada beyazlar da var. ama kapatınca tozpembe!!..
yani kısaca, duygusal zırvalarım sadece an'lardan birer an...
bilmem anlatabildim mi blog?
yani kısaca, duygusal zırvalarım sadece an'lardan birer an...
bilmem anlatabildim mi blog?
... şimdi, gidemediğim yerler var çünkü benim...
sağa sola bakmadan yürüdüğüm halde; yıllar sonra bile, sanki bişey oluyor ve kafanı o yöne çeviriyorsun. o an, hala zihnindeki tek yanıyla, yani o sıcak gülüşüyle yanından geçiveriyor... yıllar sonra bile hissedebiliyorsun o tuhaf sıcaklığı... masum olmayan ama masum bir çocuk gibi bakan gözleri... seni görmeden yanından geçiyor.. ve sesini, gözlerini, en çok da gülümseyişini ardında bırakarak...
şimdi buna ne lüzum vardı? daha iki gün önce birine seni anlattım diye mi çıktın karşıma yıllar sonra? daha iki gün önce bi hikaye gibi anlatmıştım. yeterince unutulmuş, eskimiş, hiçbir uktesi kalmamış güzel bir hikaye gibi... hayatıma bakınca küçücük kalan bir hikaye gibi... öyle çünkü...
ama sorun değil... yanımdan geçip gittin, yanından geçip gittim. tamam arkandan baktım bir kez daha. evet tamam istiklal'in kalabalığında afalladım ve gülümsedim kendi kendime. ama geçtin gittin... geçip gittim...
...
şimdi buna ne lüzum vardı? daha iki gün önce birine seni anlattım diye mi çıktın karşıma yıllar sonra? daha iki gün önce bi hikaye gibi anlatmıştım. yeterince unutulmuş, eskimiş, hiçbir uktesi kalmamış güzel bir hikaye gibi... hayatıma bakınca küçücük kalan bir hikaye gibi... öyle çünkü...
ama sorun değil... yanımdan geçip gittin, yanından geçip gittim. tamam arkandan baktım bir kez daha. evet tamam istiklal'in kalabalığında afalladım ve gülümsedim kendi kendime. ama geçtin gittin... geçip gittim...
...
20 Aralık 2009
yalnızlık
bir de bu kalır... kokular hafifledikçe sinsice yerini alır...
hangisi daha güçlüymüş bilemedim şimdi.
hangisi daha güçlüymüş bilemedim şimdi.
18 Aralık 2009
koku...
günün sonunda kalan en güçlü, en güzel şey...
14 Aralık 2009
13 Aralık 2009
hayalet kasabadan, limon kokan anlardan...
Etrafta yüzlerce ev var. Hepsi bir düzen içinde ve hemen hemen aynı. Bahçelerde portakal, limon ağaçları... Çocuk parkı var ama çocuk yok. Çöp tenekeleri var ama pek dolmuyor. Küçük bir bakkal ama hep kapalı. Arabalar geçiyor ara sıra, bir de okul servisleri... Etrafta yüzlerce ev var. Fakat çok azında yaşam var.
İnternet yok, radyo yok. Televizyon var ama pek tahammülüm yok. Hava güneşliyken oldukça sıcak ama gittiğinde çok soğuk. Bu pek de alışık olduğum bir iklim değil.
Bahçede oturuyorum güneş çıktıysa. Ufaklık uyuyorsa bir de.. Çayımı alıp kitap okuyorum. Sessizlik... Her şey yerinde gibi görünüyor ama yine de bir şey eksik...
Akşam olunca o yüzlerce evden sadece birkaçının ışığı yanıyor. Pencereden bakmak bile canım istemiyor. Son gece meşhur gök gürültüsü .. Ama ne gürlemek... Şimşek tüm o karanlığı aydınlatıyor. Bizim ufaklık korkudan ağlıyor. Sabah olunca her şey durulup sakinleşiyor. Bahçedeki limon ağacından iki tane koparıyorum. Nasıl güzel kokuyor... Sonra bizim ufaklığı da öpüp koklayıp yola çıkıyorum. Yol dar ve virajlı. Yağmur görüşü engelliyor. Olympos'u yağmur bulutları kaplamış. Gidip fotoğraf çekemediğim için bi selam çakıyorum ve daha sonra gelmek üzere söz veriyorum. Uçağım rötar yapıyor... bekliyorum... bekliyorum... ve sadece birkaç gün ama nihayet İstanbul'a geliyorum. Aman Allahım ne soğuk. Hala üşüyorum...
Son zamanlarda pek çok kişi gibi gözümün içine bakıp 'nasılsın?'' diyen birine şöyle dedim '' aslında böyle boşlukta olduğum zamanlarda kötü hissederim ama şimdi nedense iyi hissediyorum. her şey güzel olacak gibi geliyor.. umaırm bu iyiye işarettir.' 'öyledir öyledir' dedi.
öyledir öyledir diyorum ben de her defasında içimden ve konuyu usulca kapatıyorum.
İnternet yok, radyo yok. Televizyon var ama pek tahammülüm yok. Hava güneşliyken oldukça sıcak ama gittiğinde çok soğuk. Bu pek de alışık olduğum bir iklim değil.
Bahçede oturuyorum güneş çıktıysa. Ufaklık uyuyorsa bir de.. Çayımı alıp kitap okuyorum. Sessizlik... Her şey yerinde gibi görünüyor ama yine de bir şey eksik...
Akşam olunca o yüzlerce evden sadece birkaçının ışığı yanıyor. Pencereden bakmak bile canım istemiyor. Son gece meşhur gök gürültüsü .. Ama ne gürlemek... Şimşek tüm o karanlığı aydınlatıyor. Bizim ufaklık korkudan ağlıyor. Sabah olunca her şey durulup sakinleşiyor. Bahçedeki limon ağacından iki tane koparıyorum. Nasıl güzel kokuyor... Sonra bizim ufaklığı da öpüp koklayıp yola çıkıyorum. Yol dar ve virajlı. Yağmur görüşü engelliyor. Olympos'u yağmur bulutları kaplamış. Gidip fotoğraf çekemediğim için bi selam çakıyorum ve daha sonra gelmek üzere söz veriyorum. Uçağım rötar yapıyor... bekliyorum... bekliyorum... ve sadece birkaç gün ama nihayet İstanbul'a geliyorum. Aman Allahım ne soğuk. Hala üşüyorum...
Son zamanlarda pek çok kişi gibi gözümün içine bakıp 'nasılsın?'' diyen birine şöyle dedim '' aslında böyle boşlukta olduğum zamanlarda kötü hissederim ama şimdi nedense iyi hissediyorum. her şey güzel olacak gibi geliyor.. umaırm bu iyiye işarettir.' 'öyledir öyledir' dedi.
öyledir öyledir diyorum ben de her defasında içimden ve konuyu usulca kapatıyorum.
6 Aralık 2009
zorunlu kaçış gibi bir şey...
yarın sabah, sessiz sakin bir yerlere doğru uçuyorum. güney dilediğim kadar sıcak değilmiş ama olsun. döndüğümde kuş gibi hafifler miyim bilmem ama umarım bol bol yağmurlu fotoğraflarla dönerim...
3 Aralık 2009
2 Aralık 2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Pages - Menu
Popular Posts
-
yarım bir kalp olmuş orda. bazen çekim yaparken ne çektiğimi görmüyorum, sonuca da şaşırıyorum böyle. üzerine pek çok şey yazılabilecek bir ...
-
Kendimi iki tekerlekli bisiklete binmeyi öğrenmeye çalışan bir çocuk gibi hissediyordum. hani biri arkadan tutar da dengeni sağlar ya... sen...
-
çok şükür. uykusuzluğun binbir türlü hali/sebebi varmış. şimdi gecenin bi yarısı yatağımdan kalkıp düşüyorum; öylece kendi kendine duran bi ...
-
sabahın 9'unda çaldığı müziklere anlam veremediğim bir yayın organına maruz kalıyorum. ardından sığındığım kendi müziklerim bile fayda e...
-
* gelgitlere alışma konusunda oldukça geliştirdim kendimi sanırım. eskiden her dalgalanma gözyaşına dönerken şimdi sadece sarsılıyorum. * ba...
-
Henüz çifte kavrulmamış haliyle, nereyi netlediğim belli olmayan fotolarla biscotti... bloga renk katsın biraz:)
-
Nisan ayının son post'u da kendi içinde çelişkiler taşıyabilir baştan uyarayım. Zira gün içersinde yazmış olsaydım bir bahar şenliği hav...
-
aniden gelen, daha doğrusu çöken o his var ya.. hiçbir sebebi yokken üstelik... her şey durgunlaştırıp ağırlaştıran.. ondan kaçmanın bi yolu...
-
ben senin için naptım? hiçbir şey peki ben sana naptım? hiçbir şey şimdi bu ellerimde paramparça kalmış an'lar niye?
-
uzuuunn uzun yazasım var blog. 78 satır, 761 kelimelik bir diyeceğim var sana. başucunda dursun bu. baştan söyliyim kızgın değil, öfkeli değ...