Küçük yuvarlak bir masada oturuyoruz karşılıklı. Masada bir fincan bir şişe var. Ben kahve içiyorum. Böyle yerlerde kahve içmek çamuru sulandırıp içmek gibi... Sanırım sonbahara girmek üzereyiz.. Ürpermeye başlamışım erkenden. Bazen fazla konuşuyor, bazen fazlaca susuyorum. Sen de daha az karşı koyuyor, daha az soru soruyorsun. Çünkü zaten her şeyi biliyorsun. Karşı savunmalarım daha güçsüz, daha az sesli. İnandığım pek çok şey beni terk etmiş. Ama yine de umudumu yitirmiyorum. Belki diyorum öyle değil de böyledir. Hala içten gülümseyen bir yanım var. Ve bu defa daha az akıyor makyajım fakat kalem aynı kalem...
Küçük yuvarlak bir masada oturuyoruz karşılıklı. Masada iki fincan var. Bu defa adam akıllı kahve içmek için seçmişiz burayı. iki filtre kahve dedim, sütsüz olsun. Hava beş derece. Senin geldiğin yerlerde kar varmış. Bana da getirseydin ya azcık... Artık heves kırıntılarıyla idare ediyorum. Hemen hemen hiç konuşmuyor, içimden bile bir şey düşünmüyorum. Düşünmek dediğim şeylerse hayatımı devam ettirecek düzeyde minimal şeyler. Sana da ne anlatsam bilemiyorum. Zaten her şeyi biliyorsun. İkimizin de söyleyecek sözü kalmadı artık. Anahtar kelimelerimiz var sadece. Ben en çok ''zaman'' diyorum sense ''kader''... Her şeyi konuşmuş, her şeyi anlamış oluyoruz böylece. Gücüm tükense de umudum tükenmiyor. Zaman ne çabuk geçiyor. Gece olmadan gündüz olsun, akşam olmadan gece olsun isterken ben... Kahvelerimiz daha çabuk bitiyor, makyajım hiç akmıyor. Akmayan göz kalemi buldum sonunda. Ama şimdi de makyaj yapmayı unuttum.
Küçük yuvarlak bir masada oturuyorum tek başıma. Masada bir fincan kahve, bir de şehir rehberi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder