''Dışarıda yağan yağmur sizde ne gibi duygular uyandırıyor'' diye başlardı pencereden bakarken, buğulu sesiyle lisedeki edebiyat hocam. Nasıl olurdu bilmem ama her komposizyon sınavında yağmur yağar, biz bu cümleyi duyardık ve ''dışarıda yağan yağmur'' toprak kokulu, ıslak, soğuk, karanlık ve hüzünlü satırlara dönüşürdü her defasında. Başka türlüsü mümkün mü ki zaten?
İlk ders olursa bir de. Ellerim ıslak, saçlarımda su damlacıkları ve kıpkırmızı olmuş burnumla, yani kendimde en tiksindiğim halimle ben... Altına imzamı atmadan, tamam daha doğrusu sol üste adımı yazmadan da tanınabilecek satırlar yazmaya çalışırdım pek de farkında olmadan. Belirlenmiş bir konuda yazmaktan hiç hoşlanmadığım halde bu biraz daha özgür gelirdi.
O zamanlar saf duygu ve düşünce harmanlı stilime, bildiğim hiçbir şeyi yansıtmamanın doğru bir şey olduğunu sanırdım nedense...
Ta ki hocam 'ismin olmasa da anlarım sen olduğunu ama bilgilerinle besleyebilsen bir de'' gibi bir şey söyleyene dek...
Zamanla ne demek olduğunu anladığım bu cümleye o gün sevindiğim kadar üzülmüştüm de...
Fakat şimdi, o günlere ve sonrasına inat, yağmur artık ilham vermiyor bana. Evde de, ofiste de odamdan baktığımda dibimde ağaçlar görüyorum. Perdelerimi biraz daha açıyorum. Aralık olan camımdan içeri yağmurun sesi, kokusu, serinliği giriyor. Biraz üşürsem üzerimdekinin kollarını çekiştiriyorum ve mümkünse çayımdan bir yudum alıyorum. Bu an yetiyor. Her şeye hazırım gibi geliyor o an. Tamam diyorum, üzülelim, mutlu olalım, ağlayalım gülelim... Hazırım...
(Tabii bunları yağmur birilerinin felaketine neden olmadığı zamanlarda hissedebiliyorum. )
Ve o an gerçekten orada oluyorum. Çünkü hayalini kurmak istediğim hiçbir şey yok. Daha doğrusu yokmuş gibi yapmaktan yanayım. Yaşanmış ve tasvir edeceğim her şey de anlatınca benden çıkıp, başkalarının zihninde birer hayale dönüşüp bana yabancılaşacağı için kendime saklıyorum.
Oysa ki ne zaman ince ince yılın ilk karı yağsa, İstanbul'un bir ucunda, bir okulun arka sokağında küçücük bir öpücükle karışmış kar tanesiyle eriyen, saf bir aşığım ben.
ve ne zaman yağmur yağsa pek çok şeyim. Ama en çok, ince ince bir yağmurum, kalabalığın arasında tutmaya çalıştığı bir elim... Islak saçlarımı, kızarmış burnumu belki de ilk kez severken, sırılsıklam aşığım...
Şimdi ise tüm bunları geride bırakmış halimle, dingin, üzgün ama umutlu ya da hani böyle vardır ya neşeli gibi ama hüzünlü gibi bir şarkı misali halimle pencerenin önündeyim. Hiçbir şey yazmıyor, düşünmüyor sadece yaşıyorum. Çünkü bildiğim ve emin olduğum tek şey bana yetiyor...
edit: bu yağmurlara olması bu yazı. zamansız olsun.
İlk ders olursa bir de. Ellerim ıslak, saçlarımda su damlacıkları ve kıpkırmızı olmuş burnumla, yani kendimde en tiksindiğim halimle ben... Altına imzamı atmadan, tamam daha doğrusu sol üste adımı yazmadan da tanınabilecek satırlar yazmaya çalışırdım pek de farkında olmadan. Belirlenmiş bir konuda yazmaktan hiç hoşlanmadığım halde bu biraz daha özgür gelirdi.
O zamanlar saf duygu ve düşünce harmanlı stilime, bildiğim hiçbir şeyi yansıtmamanın doğru bir şey olduğunu sanırdım nedense...
Ta ki hocam 'ismin olmasa da anlarım sen olduğunu ama bilgilerinle besleyebilsen bir de'' gibi bir şey söyleyene dek...
Zamanla ne demek olduğunu anladığım bu cümleye o gün sevindiğim kadar üzülmüştüm de...
Fakat şimdi, o günlere ve sonrasına inat, yağmur artık ilham vermiyor bana. Evde de, ofiste de odamdan baktığımda dibimde ağaçlar görüyorum. Perdelerimi biraz daha açıyorum. Aralık olan camımdan içeri yağmurun sesi, kokusu, serinliği giriyor. Biraz üşürsem üzerimdekinin kollarını çekiştiriyorum ve mümkünse çayımdan bir yudum alıyorum. Bu an yetiyor. Her şeye hazırım gibi geliyor o an. Tamam diyorum, üzülelim, mutlu olalım, ağlayalım gülelim... Hazırım...
(Tabii bunları yağmur birilerinin felaketine neden olmadığı zamanlarda hissedebiliyorum. )
Ve o an gerçekten orada oluyorum. Çünkü hayalini kurmak istediğim hiçbir şey yok. Daha doğrusu yokmuş gibi yapmaktan yanayım. Yaşanmış ve tasvir edeceğim her şey de anlatınca benden çıkıp, başkalarının zihninde birer hayale dönüşüp bana yabancılaşacağı için kendime saklıyorum.
Oysa ki ne zaman ince ince yılın ilk karı yağsa, İstanbul'un bir ucunda, bir okulun arka sokağında küçücük bir öpücükle karışmış kar tanesiyle eriyen, saf bir aşığım ben.
ve ne zaman yağmur yağsa pek çok şeyim. Ama en çok, ince ince bir yağmurum, kalabalığın arasında tutmaya çalıştığı bir elim... Islak saçlarımı, kızarmış burnumu belki de ilk kez severken, sırılsıklam aşığım...
Şimdi ise tüm bunları geride bırakmış halimle, dingin, üzgün ama umutlu ya da hani böyle vardır ya neşeli gibi ama hüzünlü gibi bir şarkı misali halimle pencerenin önündeyim. Hiçbir şey yazmıyor, düşünmüyor sadece yaşıyorum. Çünkü bildiğim ve emin olduğum tek şey bana yetiyor...
edit: bu yağmurlara olması bu yazı. zamansız olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder