hem olağan hem olağan dışı bir günde, birlikte yemek yiyorlar. menüde mantı var. istemedikleri halde sarmısaklı geliyor mantıları. o kadar yorulmuş ve acıkmış ki kadın; biraz mızmızlansa da pek önemsemeden yiyor. hem zaten karışısında o var. yemek kötü bile olsa fark edemez ki...
sıra çaya geliyor. kadın şekersiz içiyor çayı. adamsa iki şekerli. ilk çayları bitiyor. kadın onca işten sonra hem yorgunluğunu hissediyor hem de yavaş yavaş dinlendiğini... ikincileri doldurmak üzere bardakları alıyor çaycı. kadın düşünüyor; 'bu şaşkın kesin karıştıracak bardakları. 'ama olsun!' dudağının kenarına belli belirsiz bi gülümseme yerleşiyor kadının. ve çaylar geliyor. tam da tahmin ettiği gibi. kenarında şeker kırıntıları olan bardak kadına geliyor. dudağının kenarındaki gülümseme ortaya çıkıyor bu defa... ama kimse fark etmiyor. bardakların karıştığını fark etmedikleri gibi... hiçbir şey demeden, bi yudum alıyor kadın çayından... hafif şekerli kenarından... ve o an mutluluk bu işte diyor. aşk bu işte...bu değilse ne?
o gün henüz, hiç tam anlamıyla dokunmadığı, öpmediği, koklamadığı adamın bardağından içebilmek... takıntılı bi aşık olmadan da bunu yapabilmek... aşk belki milyonlarca cümlede, kelimede, her şekle bürünerek her yerde... ve binlerce tanımda... asırlardır...ama bu değilse ne?
ve hayatın, aşkın, sevginin... hep hafif şekerli kenarından tadıyor kadın bundan sonra... hep kenarından, hep kırıntılarla, hep yarım...
*
binlerce vazgeçiş ve iki yıl için hikaye...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder