19 Ağustos 2008

Aşk




Zamanı değil belki. Belki çok erken belki çok geç, bunu şuan bilemiyorum. Gerekli mi, iyi bir şey mi değil mi ondan da emin değilim. Ama belki anlattıkça, kendime uzaktan bakma şansım olur ve aslında sana anlatırken ben de başka bir gözle görür gibi olurum bazı şeyleri. Görür gibi olurum diyorum çünkü o kalıbı kullanmak istemesem de; 'aşkın gözü kördür!' demişler...
Zaten görebildiğim şeyler de ne yazık ki pek iç açıcı değil. Ama ben çoktan sonu gelmiş gibi görünen, ya da bir türlü sonu gelmeyen, gelemeyen ve henüz ortasında bile olmadığımı hissettiğim bu hikayenin en başından söz etmek istiyorum önce. Tanıştığımız günden. Pek ilginç hikayesi olan bir gün değildi aslında. Hatta ilk görüşte aşk diyebileceğim bir karşılaşma da değildi. Birden karşıma çıkmıştın. Hatta çarpışabilirdik bile. Acelen var gibiydi. Ortak tanıdığımız bizi tanıştırdı. Tokalaştık, memnun oldum dedin, gülümsüyordun. Bense aniden kendimi içinde bulduğum bu yerde, henüz kimle tanıştığımın farkında değildim. Ama çok değil kısa bir zaman sonra ben de memnun olacaktım. Hem de çok...

İkinci karşılaşmamızı hatırlamıyorum. Daha doğrusu şimdi gözümün önüne gelen bir sahnede yanımdakinin sen olduğunu çok sonra fark ettim. Sonrası ise kopuk...Aradan kaç gün geçti, neler oldu tam ayırdında değilim şuan, fakat üçüncü olarak hatırladığım şey; aşıktım!...

Kendime itiraf etmem de, bu hikayenin en yakın tanığı olacak kişiyle, yani uzaktaki en yakın dostla paylaşmam da pek uzun sürmedi;

''Aşık oluyorum Serkan.
hem de hiç olmamam gereken birine...''
( ''hem de hiç olmamam gereken birine..'' Bunu o gün çok da bilinçli söylediğimi sanmıyorum, ama şimdi anlıyorum ki geleceği görmüşüm meğer)

O kopuk zamanlarda yaşananları küçük sahneler halinde anımsıyorum bazen; kimisi net değil, kimisi daha dün gibi. O güne dek hiç hissetmediğim şeylerdi benim ayaklarımı yerden kesen, aklımı alan... Hayranlık, zaaf, mutluluk... Bunlardı, Aşk'tı seni her gördüğümde elimde ne varsa yere düşüren, kontrolümü kaybettirip sağa sola savuran. Kalbim çarpmıyordu asla, çarpamıyordu... Bacaklarım da titremiyordu. Kısa süreli bir felç geçiriyorlardı belki. Belki değil hayır, eminim bundan! Seninle ortak bir alanda olmamızın sebebi bambaşka şeyler de olsa , hatta sebebi olmadığında da; karşı konulamaz bir çekim alanına giriyordum ve yine kendimi hayır gitmemeliyim desem dahi - ki pek de demiyordum- yine senin yanında, orada buluyordum... Zamanın durduğu, dünyanın sadece o andan ve ikimizden ibaret olduğunu düşündüğüm yerde... Uzaktan nasıl göründüğümüzü düşünmüyordum; çünkü hiç hesap kitap yapmıyordum ben. Sadece seviyordum... Belki de ilk kez aptalca değil ama içimden geldiği gibi davrandım. Başka türlüsü imkansızdı, başka bir seçenek yoktu çünkü. Yine de körü körüne bir aşk değildi bu. Mantığın ve kalbin uyuştuğu bir hikayeydi. Yani mucize gibi!... Hayatımın mucizesi, hayatın mucizesi! Asırlar önce kaybettiğim, ve o gün, o merdivenlerde çarpışmak üzereyken bulduğum diğer yarım!..
Tüm kriterleri, hayalleri alt üst eden, beni değiştirip, saflığımı masumiyetimi, gerçekliğimi, 'ben'i geri getiren, diğer yarım!
Ama...
Görünmeyen engeller vardı sanki hep...Kelimeler ortaya atılıyor, cümleleri kurmayı karşı tarafa bırakıyordu sanki herkes... Sen ve ben, ne iyi ne de kötü cümlelerin sonuna nokta koyamamış iki beceriksiz aşıktık! ( Ahh ama hayır sen aşık olmazdın oysa ki, aşık olan sadece bendim)
Her şeye gücüm yetermiş gibi benim, bu çelimsiz, kırılgan halimle, kahramanlığa özeniyordum. Eyleme dönüşmeden de olsa her şeyden sakınırken seni, saçının teline zarar gelecek olsa, bi'şey canını sıksa, bi an düşünmeden, her şeyle savaşacak kadar seviyordum çünkü...

Ama tüm bunlar yetmiyordu.
ve sen günden güne kaçıyordun...
Belki de sadece bir zamanlama hatasıydı.

Evet belki de tüm mesele buydu ve sen sırf bu yüzden bazen kolay olanı seçtin.
Yarı yolda elimi bıraktın... (diyorum ama belki yolda bile değildin. Hepsi benim sanrımdı, belki!)

Her zaman, her durumda düşünceli ve ince davranan sen, bir gün yine uzun uzun konuşurken bana başka birinden bahsettin. Sana nasıl baktığımı gördüğün halde...Bunu neden yaptın bilmiyorum. Ya acıtmayacağını düşündün, ya da acıtmak istedin. Bilmiyorum. Ama ben adeta nefes alamadım. Başka hiçbir şey değil. Nefes alamamak.. Bir düşün? Ne demek?

Belki de bitsin diyeydi tüm bunlar... Ama ben hep...
Düştüm yaralandım, acıdı yer yanım, ama zor da olsa ayağa kalktım. Elimden tutup yardım etmemiştin oysa. Okyanus kıyısındaki o evdim işte. Dalgalara göğüs geren, yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkan. Sen dalgalarınla beni boğuyordun, bense yılmadan yüzmeye çalışıyordum.
Günümü aydınlatan da, gecemi karartan da sendin çünkü...

Her şeye rağmen...
Hani yaşadığımız bişeyden ders çıkarmamız gerekir ya bazen. Ben şimdi bugün, bu aşkın muhasebesini yapsam zararlı çıkmam asla. Seni tanımak, seni sevmek, gözlerinin içine bakmak gülümserken, sabretmeyi öğrenmek, fedakarlığı öğrenmek... Senden bişeyler öğrenmek!... Tüm bunların yanında senden sonraki sensiz hayatımda bir daha asla mutlu olamayacak olmam çok anlamsız kalıyor.

(Sen, senin dışında kalan her şeyi anlamsız kılıyorsun çünkü. )

Ama yine de...

Korkuyorum.

Çıkmaz sokaklarda kaybolmaktan korkuyorum. Bir gün bana ışık olmazsan diye...
Sen bilmediğim bi yerlerdeyken, ben burda seni beklerken... Bu hep böyle sürüp gidecek diye...


Yorgunum.

Bana 'neyin var?' dediğinde sadece 'canım sıkkın' deyip de 'senin yüzünden aptal!' diyememekten yorgunum.
Her gün yeniden başa sarmasından her şeyin... Her gün yeniden kendimi yenilemekten, her an sanki yeterince sevmiyormuşum gibi bir kez daha sevecek bir yanını bulmaktan.
Seni sevenlerin, sana hayran olanların, peşinden koşanların asla ama asla hissettiklerimi hissedemeyeceklerini bilmekten. Ve ama bunun bir lütuf olmadığını bilmekten...
Mutluluğumun, mutsuzluğumun, suskunluğumun, başarmamın ve başarısız olmamın sebebinin sen olduğunu bilmekten ve buna bir çare bulamamaktan yorgunum...
Soğuk bir sonbahar gününde yolda kulağıma çarpan, 'benim çok dışımda' olduğunu anlatan bir şarkının açtığı yaraları saramamaktan...

Çok yoğun yaşıyorum belki her zaman söylendiği gibi... İstemeden, hissetmeden, tek bir şey dahi yapmadığım, abartmadığım tek şey bu aşk!

Zaten öncesi yok! Daha doğrusu 'varolmam' ve 'yokolmam' seni tanıdığım zamana denk geliyor.
Böyle de çelişkili bir şey işte...

Şimdi tüm bu yorgunlukla, kırgınlıkla, hatta kabullenmek istemesem dahi bir nevi küskünlükle, eşiğindeyim başka bir hayatın. Bir karar eşiği bu! Burda olmalı mıyım bilmiyorum. Bir karar vermem gerekip gerekmediğinden emin değilim. Ama buna daha fazla nasıl ve ne kadar dayanabilirim şüpheli!...

Ve şimdi 'gidiyorum' desem... 'gitme kal' demezsin bundan eminim. Bunu duymayı beklemek aptallık olur. Gitmek istemek de kalmaya devam etmek de aptallık oysa ki! Bir süre önce dediğim gibi... Arada kaldım! Geri adım atsam düşecek gibiyim, ileri atsam önümü göremiyorum!

Araf'tayım...

Hiç yorum yok:

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi