31 Aralık 2012

bitti ve yeni

Kaybettiğim dostlar, biriktirdiğim sırlar, uçurduğum ümitler, kazandığım şeyler, açılan perdeler, kapanan kapılar. Okuduğum, gördüğüm, duyduğum, kaybolduğum ve bulunduğum...

Biten yıl, başlayan yıl ve gelecek her yeni yılda belki.. 

the dark side of the moon

Biliyordum. Bitirdiğim şeyleri. Anladım, gördüm. Unutmaya çalışan birini. Unutulmaya çalışan birini iki dudağın arasında. Kapılar vardı demirden. Hapishane kapıları. Sadece sen istediğin zaman, istediğin kadarını gösteren. 

Her şeyi anlayıp her şeyi kabul ettiğin anlar vardı. İşte umursamazlık orada başladı. Canımız acıdıkça mı başladık etrafımıza dikenli teller örmeye? Sırtımızda zehirli oklarımız da hazır. Ben acı çekmişsem, dünyanın geri kalanı umurumda değildir. Kırdığım kalplerin, yıktığım hayallerin sesini duymam. Görmem, bilmek istemem. Bir tek kişiyi kaybetmişsem ya da hiç kazanmamışsam eğer; dünyanın geri kalanını umursamam.

Dünyanın geri kalanındayım bir yerden bakınca ben ve bir yerden bakınca da oklarım sırtımda.

Hadi şimdi aşka inancımızı yitirelim. Ne kalmışsa hepsini değersiz kılalım. Kadınları anlaşılmaz yerlere koyup erkekleri genelleyelim. Şanslı insanlara imrenmeyelim de başka dünyaya aitlermiş gibi bakalım. Mutsuzluğumuzu sevip yüceltelim. Canımız acısa da sessiz kalalım. Unutmak için sevişelim ya da öldürmek için. Ya da her ne ise onun için. Kalplerini kıralım kadınların ve bundan gurur duyalım. Adamlara yenilelim. Vazgeçmişken istemekten üstelik, bir kez daha yenilelim.

Yine de anlamını biz bilelim sadece. Dışarıdaki dünyaya inat devam edelim.

Sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşayalım işte. İşe gidelim, kahve içelim. Bir şarkı açalım. Trafiğe küfredip hayaller kuralım. Ve gözlerimizdeki ışıltıyı kaybettiğimizi anlayalım bir toplantının ortasında. Boğazımızdaki düğüme bir yudum su içelim. Onlara içelim. 

Hayat bu. Bu böyle deyip yaşayalım hadi. Her şeyi tadalım güzellikle. Bir nefes daha çekelim. Biraz daha içelim.

gölgelerin gücü adına

Bugün, Rus fotoğrafçı Alexey Bednij ile tanıştım. 
 Ve kısa vadede sabırsız, uzun vadede ise çok sabırlı biri olduğumu anladım.





25 Aralık 2012

buy now

Şimdi geçici de olsa dünyaya video games remixi tadında bakabildiğim saatlerde deniyorum sadece. özünde video games bile değil.

Son birkaç yıldır, her kar yağdığında ve yılbaşı öncesi olduğu gibi yine o muhteşem kar küresi hayalim depreşir gibi oldu. Türkiye'de bulunanların ne kadar özensiz ve sıradan olduğuna artık emin olduğum için bu defa aramadım, aramıyorum. 
Fakat tesadüfen şöyle bişey buldum. 


Around the globe a snow globe bir yana; yeni yılda sahip olmak istediğim şeyler için  ''wish you were here'' listesi yaptım.
 Kısa bir süre sonra hiçbirini hatırlamayacağım ya da sahip olmuş olsam da fark etmeyeceğim bir liste. Lüzumsuz bir görsel eğlence filan derken gerçekten ciddi bir ihtiyaca cevap vereceğini düşündüğüm yeni bir e-ticaret girişimiyle tanıştım. Ve bu tablo mümkün oldu. 


Hadi checkout bebeğim.


20 Aralık 2012

bir gece yarısı, soğuk bir mermerde söndürülmüş sigaraydı.

17 Aralık 2012

pazar gecesi





''I was fine, until I read your fucking book! It stirred shit up, you know? It reminded me how genuinely romantic I was, how I had so much hope in things, and now it’s like, I don’t believe in anything that relates to love. I don’t feel things for people anymore. In a way, I put all my romanticism into that one night, and I was never able to feel all this again. Like, somehow this night took things away from me and I expressed them to you, and you took them with you!''



12 Aralık 2012

"yazıya geçen, yaşantının yalnızca posasıdır."

'' "Kafka'yı çok mu seversiniz?" dedi genç adam.
"Çok. Belli aralarla döner döner okurum."
"Bana çok karanlık gelmişti okuduğumda. Belki de daha yalın, daha gerçekçi, aydınlık bir edebiyata ilgi duyduğumdan."
"Sizin yaşınızdayken bana da öyle gelmişti. Ama sonraları, zamanla, karanlık ya da kapalı yanı pek kalmıyor. Gündelik gerçeğin düşünülemeyecek kadar korkunç olabileceğini kavrıyorsunuz. ''


Tomris Uyar - Sonucu Belki

Kafka'yı severim. Kafya'yı seveni de severim. ve şunu da..

7 Aralık 2012

kendi kendime

Filmlerden replik çaldım. Klişeleri sıfırladım. Kendi filmime yeni bir sahne yazdım. Böyle iyi mi?

5 Aralık 2012

''Don’t you worry, don’t you worry child'' diye diye kendimi avuttuğum zamanlar.. 
Aklımda kocaman bir soru işaretiyle dans ediyorum. Dans ettikçe dağılıp gidiyor. Sonra durduğumda  yavaş yavaş geri geliyor. Alışıyorum. Her şeye bir küfrüm var ama hala içimden.

4 Aralık 2012

anlam aramalar

O zaman ben de kafam rahat ve her şeyden habersiz yaşardım belki. Bir cumartesi günü telefonum çalmasaydı ve 'hadi gidiyoruz' demeseydi biri.. Aksini bilmediğim kaderimi sevmeliyim. Her şeye, her şeye ve her şeye rağmen..

kesit

''Anlatsana'' dedi kadın, şekeri fazla kaçmış Türk kahvesinden bir yudum daha alırken. Adam birkaç saniye nasıl anlatacağını, nereden başlayacağını düşündü. Yıllarca içinde yaşadığı, var ettiği hikayeyi uzun zaman sonra anlatırken zorlanır insan. Yabancılaşır kendi hikayesine. Onca şey iki cümleye sığdırılır. Ve o iki cümle ağır bir yük gibi çıkmaya çalışır geçmişten.
Kadın bir yudum daha aldı ve telvesinin de az olduğuna karar verdi. 'Her neyse, baş ağrıma iyi gelir' diye düşündü. ''Ben aslında böyle biri değildim.'' diye cümleye başladı adam. Yedi yıl önce aşık oldum ben. Yedi yıl önce kaç yaşında olduğunu düşündü kadın. Yirmi bir dedi. ''Gerçek aşk'' diye mırıldandı. Efendim? dedi adam. Bir şey yok devam et lütfen, dedi.

1 Aralık 2012

çölünde

Öyle olsa ne fark eder? Yaşadığım bir güne, sadece bir güne ve bir sabaha uyandım. Aklım karışıktı ve oradaydım. Geçmişle geleceği, anı ve kokuyu çektim içime, derine sakladım. Her şey ve hiçbir şeydi. Ve o kadar.. ve o kadar.. Öyle olmasa ne fark eder? Bilirdim, biliyordum, biliyorum.

16 Kasım 2012

işte böyle gergin ortamlarda korktuğun anda; sığınacak, güç alınacak biri vardı hep...

13 Kasım 2012

transylvania transylvania

transylvania izleyip ruhumu özgürleştiriyorum. ardından transylvania dinleyip başa dönüyorum.

her şey bir kısırdöngü mü carlos?
uçup gitmesi mümkün değil mi kalbin?

12 Kasım 2012

ve


...

"halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış duydum sesimi
hata yapmak fırsatını adem'e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda." *

Şimdi gecenin en sakin en derin şarkılarını açtım ya.. aklımda ne var, burnumda neyin kokusu? 
Şimdi biraz efkarı yazmak istesem mesela. Bir Türk kahvesi, birkaç karanfilli. Biraz ateş, biraz yalnızlık ihtiyacım olan. 
Sonrası kül duman.

11 Kasım 2012

10.11.12

yine bana uzaklar 'gel' dedi.

bense ancak istanbul'un en fransız köşesine gidebildim.


tortu II

Tophane'de dersten çıkıp içtiğim kahveler, yarımada manzaralı terasım, soğuktan üşüyen ellerim, tramvayda geçen zamanlarım, modern'de gezdiğim sergiler, bozuk para cüzdanımdaki elli kuruş, Sirkeci'den bindiğim tren, Vefa'da içtiğim boza, gittiğim filmler, yapmadığım ödevler, kurmaya çalıştığım cümleler..
Soğuktu, kıştı ve güzeldi.

Hepsi birer tortu şimdi.

5 Kasım 2012

nil’de bir sandal

Hafta sonunu hafif keyifsiz bir pazar akşamı ve dört saatlik uykuda bırakarak geldim. pazartesiye, biriken işlere, boş saatlere ve can sıkıcı ağrılara merhaba dedim.

İyi bir film izleyince, her şey biraz daha anlamsızlaşıyor.  Hiç gitmeseydim ve oturup yazmaya devam etseydim, sahneleri kurgulasaydım zihnimde?

Fakat öylesi değil böylesi güzel.

tortu



4 Kasım 2012

ilizyon

Sonra bir kart seçtim. Aklında tut, söyleme dedi. Ardından gösterisini yaptı ve sonuç: Başka bir kart o karta dönüştü. Ve ekledi; Değişimden korkma dedi. Değişerek de iyi olabilir her şey. Peki dedim. Hakkını verdim.

31 Ekim 2012

ve şimdi yine durgunluk...

handikap

Pazar günü çok tuhaf bir şey oldu. Üçüncü sınıf Amerikan filmlerini özledim. Donut yiyen şişko polisleri, ''hey dostum senin sorunun ne ha?'' klişelerini ve film zencilerini.. neden özlediğim belirsiz.

Yin Yang'ın rüyamda çok tuhaf formlarda sahne bulması bana bir işaret mi, yoksa bilinçaltımın oyunu mu yine? Bunu anlayabildiğim gün, sanıyorum hiçbir şey değişmeyecek.


Şu an işte olmak istemiyorum. İşte olmak, istediğim en son şeylerden biri. Keşke böyle günlerde dışarıda olmak için iyi bahanelerim olsa. Çıkıp sinemaya gitsem. Kimseyle tek kelime etmeden film izlesem. Saat 14:30 olmuş bile. Bundan sonrasının adı ''yavaşlık'' (pazartesi)

  Dün fal baktım. 

Kendimize ait küçük odacıklar var ve onları bazen çok yakın gördüğümüz insanlara açıyoruz. Sonra o küçük odacıklar büyüyüp büyüyüp bütüne katılıyor. Görünür oluyor, sırrı kalmıyor, gizlenemiyor. Bu blog gibi, orası gibi, senin de saklanmaya çalıştığın yerler gibi..
Falımdan çıkıp her şeyi anlatır gibi görünürken ben, o küçük shot bardağına sakladığım tonlarca şey vardı.

Ne olduğumu bilmediğim, bir sürü etiketler, tanımlar, görevler ve bomboş ve dopdolu saatlerle geçen çalışma hayatım, kısa bir aranın ardından yine aynısın lan! aynı masa, aynı koltuk aynı dört duvar. bir tek duvardaki saat yanlış. onu da geri almaya üşendik. belki bir gün saat henüz 6 iken, ''aa saat 7 olmuş'' deyip çıkabiliriz. ve yaklaşık 5 dakika sonra da evde olursam kimse beni  geri çağıramaz. ikea ürünü müyüm ben?

Adını Feride koyduğumuz tablo figürü Feride, yanında yaptığımız sohbetlerden dolayı cani bir seri katil (tuhaf haberler/ korku filmleri ) ve iddaa tutkunu olacak. Bir elinde kanlı testere, bir elinde günün iddaa kuponu. 
Made in P.D.

Günün yorgunluğunun üstüne yarım doz işler güçler izledim. o esprileri takip edip gülecek kadar çalışkan bir beynim yoktu.

neyse uykum geldi. ve bunu çok tatlı rüyalarla kutlamalıyım. jetgillerden yeni bir rüya makinesi aldım ödünç. ve 'jedi olmak' adlı kategoriyi seçeceğim. bakalım ne saçma..

uyumuşum. bu yazının 4. günü. evet 4 günlük bir serüvene şahit oluyoruz. acaba jedi olmak rüyasıyla ilgili ne diyecektim dün gece? belirsiz.

 bu sabah, söylememem gereken bir şeyi, kendimi tutamayıp söylemiş olmanın verdiği sıkıntı da olmasa ciddi ciddi mutlu bi gülümseme olur yüzümde.

yapay veya gerçek, topuklu ayakkabı ve etek giymiş bir kızın özgüveni kimsede yok.

23 Ekim 2012

ofiste müzik

Ve nihayet akşam olup sessizlik çökünce ofise, yavaşça müzik açıyorum.. hiç aynı şey olmuyor. yanından bile geçmiyor. eski bi şarkı açtım şimdi. ve kulaklığımı taktım. o hissi yakalar gibi olursam zamanda yolculuğu bulmuş olurum.

evde müzik

nihayet yalnız kalıp müzik dinleyebildiğim ve uykuya düşmediğim günün en mutlu anları.. yağmur filan da var. (su çok güzel gelsene') şimdi biraz lacrimosa. ardından belki bir parça puccini. her şey biraz karanlık da olsa onlar öyle güzel..

21*23

cumartesi sabahı 9:18 gibi evden çıktım. 10:08 'de ajansın önündeydim. fakat tam da tahmin ettiğim gibi ajans henüz açılmamış, bahçedeki köpekler bile uyanmamıştı. yine erkenci olduğum günlerde yaptığım gibi, beklemek üzere starbucks'a doğru yol aldım. o starbucks şubesi benim için artık bekleme salonu oldu.

kahvemi içerken tam karşımda çiçekçi kız duruyordu. en fazla 5 yaşında. uzaktan baktım. yanıma geldi. ''sen niye öyle baktın?'' dedi. nasıl bakmıştım acaba? ''çok tatlısın da ondan'' dedim. telefonuma baktı, kolyeme baktı, sordu sordu.. ojelerine baktım. ne renk bunlar dedim. pembe dedi. yarısı çıkmış kırmızıydı. sonra yanımdan gitti. karşı masadaki ''naber sıla?'' dedi. adı sıla'ymış.

kırk dakika geçcti. bir latte, iki karanfilliden sonra artık gelmiştir diyip ajansa geri döndüm ve yine kapıda kaldım. aradım. uyuyakaldığını ve 20 dk sonra geleceğini söyledi. orada bekleyemezdim. yine starbucks'ın yolunu tuttum fakat elimdeki kahve halen bitmemişti. soğuk bişey istedim bu defa fakat sabahın 11'inde soğuk bişey gitmedi. aynı masaya oturdum ve bir black daha içtim. sıla beni görmedi.

aradı. geldik biz dedi, gittim. yarım saat süren bir toplantı için 1 buçuk saat beklemiştim. önemsemedim.
dönüşte kabataş'a geçecektim. vazgeçtim. beşiktaş motoruna atladım.

**
akşama doğru yoruldum. ve biri yolda olmak üzere iki saat arayla başımın sol tarafını bir yerlere çarptım. buzdolabının içine düşsem de çıkarken dikkat etmem gerekiyormuş.adeta hücrelerin yerinden oynadığını ve sonrasında hafif bir salaklaşma hissettim. sol beynim iptal oldu. sadece sağı kullanarak yaşadım. o buzdolabı kapağı yüzünden yavaş yavaş aptal olacağım kimse fark etmeyecek.

fakat sonra zihnim yerine gelmiş olacak ki bugün epey bi çalıştım. sağlı sollu kroşeler attım.
pazartesi sabahına patron memnuniyetsizliği ile başlamak gibisi yok. motivasyonu sıfırlayıp iş hızını ikiye katlıyor.

hava hafif serinleyince, henüz yaz sonunda aldığım ceketimi giydim ilk defa. çok sevdim. birlikte çok güzel günler göreceğiz bebeğim!

şimdi ise gitme vakti..



18 Ekim 2012

bu cümleyi seviyorum

"if you think you understand quantum mechanics, you don't understand quantum mechanics." 

17 Ekim 2012

işler güçler

''Bizim sitenin ürünlerini yüklerken tüm cool imajına rağmen bir lovemarkım daha olduğunu bir kez daha anladım. ben dahil yurdum kızları ''mango'da geçirilen zaman'' üzerinden değerlendirilmeye devam ederken; ben markamla aşk yaşıyorum. fakat uzaktan. ve her kıskanç aşık gibi paylaşma korkusu içindeyim. lütfen buralara gelip de kimselere yar olma. orada öyle iyisin.
tüm bunları hissederken hafif de olsa bir utanç duymuyor değilim. fakat ilham da alıyorum aynı zamanda. nasıl lovemark olunur gibi sorular soruyorum kendime. cevaplarını ararken de onlarca rengim varmış da ben yine sadece siyah beyaz film çekiyormuşum hissine kapılıyorum. yersiz bir his olduğunu bile bile..

kendi markam için tüm renkleri kullanmaya çalışırken; aslında kendimi sana hazırlıyorum ant. zamanı geldiğinde beni yanına almalısın bence. ''





16 Ekim 2012

wtf?

her şey çok acayip.

Bu sabah kahvaltı yapmadım. pek yapmadığım bir şeyi yapıp güne kahveyle başladım. dün gece çalışırken yediğim bir paket çizinin tuzları halen midemi yakıyor. (9:18)

Gönderdiğim dosya %48 lerdeyken bi anlık kopan internet yüzünden tekrar başladı. sevgili wetransfer, bence ''devam edeyim mi patron?'' gibi bir seçeneğin olmalı. bu kadar başına buyrukluk olmaz. şimdi yine kalan süre 2 saat dersen, canım sıkılır. midem alev almak üzere. ( 9:32)

Liseli sıfatından yeni çıkmış bir kızın not defterine bakıyorum. hiç anlamadım; bu lisedeki ''sırtımdan vurdu, arkadaş kazığı'' tripleri nasıl oluyor? ne yaşıyorsunuz olum siz? (9:51)

Şirketteki çay saatlerine Ferdi eşlik ettiğinden beri pek eğleniyoruz. Ferdi. Bir Joan Miro tablosu figürü. Adını bir cuma günü kulağına ezan okuyarak koyduk. Yemekhanede tüm reprodüksiyon haliyle asılı duruyor bir aydır. Her gün hakkında konuşacak bir şey buluyoruz. Bazen sohbetimize eşlik ediyor, bazen konu kahramanı oluyor. Yüzündeki o acı ifadeyi her duruma uyduruyoruz. Sayesinde ofiste sadece o anlarda yüzüm gülüyor. Fakat bugün yaptığım araştırma sonucu Ferdi'nin aslında bir ''little girl'' olduğunu öğrendim. Bu acı gerçeğin ofisteki yansımalarına henüz şahit olamasam da büyük hayal kırıklığıydı! (10:00-10:20)
(edit: bugün 10:12 adını Feride koyduk.)

Patronum; ''şunu şunu yap, şunu böyle güzel yap, hiç acele etme, rahat rahat çalış. çok iyi yap'' dedikten iki gün sonra; ''onlar önemli değil, asıl iş şunlar bunlar'' dedi. Hak vererek cevab verdim! (11:17)

İşten eve uğrayıp üzerimi değiştirip çıkmam 10 dakikamı aldı. paha biçemedim! (11:50)

Zorunlu alışverişten keyif almaya çabaladım. (13:00-16:00)

Kahvaltı yapmadan hamburger yemek olmadı. (13:35)

Hastane insanları.. Hepsi birer hikaye, hepsi bir macera. 80'lik teyzenin 60 yıllık eşine olan aşkı hepimize ayar oldu. (17:00- 20:30)

Termostan dökülen çay elimi yaktı. (20:32)

Eve dönünce eve dönmüş gibi olmadım. (21:00)

TTnet'e saydırdım.

Tost yaptım. Afiyet oldu. (22:--)

Bizim modeli Best Model'da izledim. (23:--)

Acıkmasaydım iyiydi. (2:02)

Sadece 5 buçuk saat sonra ofiste masamda giyinip süslenmiş(?) halde oturup çalışıyor olacağımı düşünüyorum... düşünüyorum... ı ıhh olmuyor. gel biz ona tahayyül edemiyorum diyelim de anlam kuvvetlensin. (02:28)

Yorgun olduğum halde uykumun olmadığı günler bir garip. Havalar da öyle. (2:34)

Üç dakika içinde uykum geldi.

02:56'yı gördüm.

6 Ekim 2012

adım bile yalan söylüyor.

sebebini hiç bilmedim. anlarım ama bilemem. sorsam anlatmaz. anlatsa kırılırım.
adım bile yalan söylüyor.

o

uzak durur, yakın bakar.
en yakınındaki bile. anladım.

4 Ekim 2012

tarifi

Kendini tanıyamadığın anlar oluyor. Her sabah odaya girdiğinde, masana otururken, günaydın derken.. Bambaşka birisin artık. Çay içerken konuştuğun seyler birkaç başlık altında.
Her seyin arasında ince bir çizgi var. Hangi taraftasin ya da bi tarafta mısın bilemezsin bazen. Bir yerde papatya olsan bile sen, başka bir yerde kaktüs gibi görünebiliyorsun. Eskiyi özleyen insana bu yüzden acırım.

25 Eylül 2012

alıntı

''fakat ne yapacağımı düşünmek, beni yapmaktan daha çok yoruyordu.''

24 Eylül 2012

pazartesiler iyidir bazen


Toplantıya erken gidince; bir kahve ve son iki karanfilli için doğru zaman olduğunu düşünmüş olabilir. 

22 Eylül 2012

fazla mesai


        22 Eylül 2012 Cumartesi - Ofiste ilham alma adı altında film şenlikleri.

18 Eylül 2012

17 Eylül 2012

kadehinde balık oldum

Bugün bir cafede kahvemi içip akvaryumdaki balıkları izlerken, balıkların neden kısa süreli hafızaya sahip olduklarını anladım: Çok sıkıcı hayatları var! Yarım saat boyunca iki milim ilerleyip iki defa yukarı doğru yüzgeç çırptılar.
Ben de o yarım saatte, sadece kahvemi içip onları izledim. Az düşündüm çok durdum. Bir farkımız kalmadı.

17

aklımda bir soru işareti belirdi. ve bunu sevdim. 
insan böyle böyle mi değişiyor? 

10 Eylül 2012

bugünlerde

''ne söylenmişse ve ne söylenmemişse, ne yapılmışsa ve ne yapılmamışsa, ne düzeltilmişse ve ne düzeltilmemişse ondan sıkılan biri. belki, söylenmemişin, yapılmamışın ve düzeltilmemişin telaşı içinde biraz. o kadar. ve sıkıntılı. ve sıkıntılı.''

6 Eylül 2012

J'essaie

Ortalığın kara bulutlarından çıkıp, hiç olmamış gibi, herkes yerli yerindeymiş gibi yapıp..
Bir fransız filmine bırakabilir miyim kendimi?

29 Ağustos 2012

The Fall

Dedim ki, ''bazı filmleri izlemeyip bazı şarkıları dinlememiş insanlar, dünyadaki birkaç renkten mahrum kalıyor gibi gelir. turuncu diye bir renk varmış ve sen hiç görememişsin gibi mesela. bu da onlardan biri. şahane bir renk, şahane bir tat.''




18 Ağustos 2012

vira II


yılın bazı zamanlarında olan, içindeki burukluğu da yanına alarak bir resme baktı, biraz izledi, biraz dinledi.
 her şeyi geri sarsam belki her şey değişirdi, dedi.
böyleyken her şey anlamsız.
her şey naylon gibi. sahte gibi. eksik gibi. yabancı gibi.
ait olamama hissine küfretti. gitti.


13 Ağustos 2012

...

Kısa çöpü çektim. Doğru olanı seçtim.
Doğru olan; kurallara uymakmış. Oysa burada yer çekimi yok.

27 Temmuz 2012

mevsimlerden yazdı III.

Parkta sıkıntıyla yürürken, yanından kaçmak istercesine, yerde küçücük bir kağıtta ismini gördü. Sadece kocaman harflerle ismi yazılı küçük bir kağıt. 
Hayat bazen çok tuhaf. Ve bilirsin; bir puro bazen sadece bir puro.

24 Temmuz 2012

siesta


Siesta denince aklıma Marquez'in betimlemeleri gelir. Ve çocukluğun öğle sonrası uykuları, şimdinin pek mümkün olmayanı. Tatlı, sessiz ve sıcak. Hafif de rüzgar varsa mükemmele yakındır. Geçen günlerden birinde, öğleden sonra Alaçatı'da kurabiye kokan sokaktaki sessizliğin sebebi de biraz sonra karşıma çıkan bu sevimli nottan anlaşıldı. O uykuya bir de mis gibi kurabiye kokusunu ekledim. Bir etken daha olsa o an ölebilirdim.

11 Temmuz 2012

vira


bir ev kurdum. içine özenle seçtiğim eşyaları koydum. seçmek zorunda kaldığım insanları koydum. hayatımı koydum. uzaktan baktım. her şey güzel göründü. bir süre yaşadım. mutlu oldum. ve huzursuzlanmaya başladım. yine uzaktan baktım. her şey bomboş göründü. nefes alamadım.

sordum. ''bir şeye, fazlaca anlam yüklemekten mi oluyor böyle? başka şeylere yükleyecek anlam mı kalmıyor. her şeyin bir anlamı olması gerekir mi ki zaten.'' hiçbirini bilmiyordum. sustum.

her sabah masama otururken bütün parçaları biraraya getirmeye çalışıyorum. bazen olmuyor. aklım ruhumla birlikte çok uzaklara gitmiş. bedenim buralarda avare.
aklımın kalan kısmıyla yaşamayı deniyorum. mailler yazıyorum, yazılar yazıyorum. sonra hepsine bakıyorum. ''ne güzel şeyler yapmışım'' diyorum. bazense ''ben ne halt ediyorum.'' diyorum.
düşünmeye gerek kalmayan anları özlüyorum.
her şeyin içini boşaltmışlar gibi. anlamından çıkmış gibi. ergenmişim gibi..

bi'şeylere yeni başlamışken ''her şeyi bırakıp gitme isteği''ni bastıramıyorum.
bu şehirle, bu ülkeyle, bu insanlarla.. limitimi doldurmuşum.


30 Haziran 2012

...

''sizi tanımadan önce yaşadığım dinginlikten nefret ediyorum.''

portekiz mektupları'nı yakmakla başlayacak her şey.
tek bahanemiz ateşin henüz bulunmamış olması.
 

dolduralım zamanı



Karaköy'de demlenmek, son zamanlarda en sevdiğim şey.
sakin ve serin.
her şey keyifliymiş gibi. sanki.




bir cuma akşamı daha başbaşayız blogum. ben bu satırları bitirene dek gece yarısı olacak.
bazen düşünüyorum da, cuma akşamları kadar sevilmiş miyizdir hayatta hiç? cuma akşamını bekler gibi beklenmiş miyizdir?

son günlerde, sanki bir şeylerin son günlerindeymişim gibi hissediyorum. tehlike çanları uzaktan çalmaya başlıyor gibi sanki. 'kötü bir şey olacak' hissi kadar lanet bişey yok. üstelik yaz ortası, renkli, güneşli ve pür neşe iken hiç çekilmiyor. pür neşe olan ben değilim ama olsun. bugünlerde iş hayatı pamuk ipliğinde olan biri olarak, neşe yersiz bir kelime.

geçen cumartesi, sevgili bilgisayarım ve ben en sevdiğim nero'ya gittik. evet kahve eşliğinde internetlerini sömürmem gerekiyordu. benden beklenen uzun mu uzun fakat eğlenceli bir rapor vardı. ve bunu yapmak için uygun da bir mekan... yanında ne gider derken buz gibi bir latte, mis gibi black dedim. fakat lattenin acılığından hoşlanmadım. pek kibar, pek yardımsever baristaya ''şey buna biraz karamel filan bişey ekleyebilir misiniz?'' dedim. ve bol karamel, bol çikolata sosu eşliğinde tatlıya boğulmak üzere masama döndüm. rapor uzayıp giderken özlediğim tadın dumanında kaybolacaktım ki bir yandan da beklediğim insan geldi. çalışma ve kahve/duman keyfi bir anda sona ermese de azalarak bitti.

sonra bir kez daha anladım ki; hayat bazen gerçekten çok saçma. yanında kim olduğu değil, kim olmadığı umrundaysa eğer; kusura bakma ama 'senin işin de zor be abi'

bazı sabahlar uyandığmda o günün eksik ve mutsuz geçeceğini anlıyorum.
bazen de gün ortasında aniden hissediyor ve 'benim neyim var?' diye sorduğumda aynı cevabı alıyorum.

bazen, kısacık anlar içinde, kendimi eksi ben gibi hissediyorum.bir garip çocuksu heyecanla o tandık hallere bürünüp tanıdık bahanelere inanırken buluyorum kendimi. o zaman da soruyorum 'benim neyim var?' diye ve yine aynı cevabı alıyorum.

bir kadın, içi dışı bunlarla doluyken, kafasının üzerindeki baloncukta şu fotoğraf canlanabilir. 
bazıları buna umut, bazıları başka şeyler der. bense bir şey dememeyi tercih ediyorum.

buralarda hayat böyle

26 Haziran 2012

...


tanıdık limana demir atar gibi oluyorum o zaman. yaşağıdım şehre inmiş gibi.. 'oh be' der gibi.. yaz sıcağında, hafif rüzgarında huzur bulmuş gibi...
bazen bir akarsu olduğumu sanıyorum. denize döküldüğüm yerde alüvyonlar bereket saçıyor.
zaman bizi kurşuna dizip delik deşik ediyor. çelik yeleklerimiz çin malı.
oyunu tekrar başlatınca üç canımız daha oluyor.

hayat böyle saçma sapan bir şey işte.

19 Haziran 2012

bugün günlerden..

eve doğru yürürken adımlarımın isteksizliğinden anladım. huzursuzluğun adını koydum. ve bunu hatırladım.

10 Haziran 2012

9/6

cihangir camisi'nden yarımada'ya bakarken bir an zaman durdu sandım..deniz o kadar güzeldi, rüzgar o kadar tatlı esiyordu ki.. yanıma baktım. bomboştu. yanıma bakınca bomboş olduğunu görüyordum. ve bunu bilmiyordu. herkes kendini var sanıyor. ama aslında yoklar. hayaller kadar..

6 Haziran 2012

30 Mayıs 2012

...

bilinçsiz bi koşturmaca
makyajımı yarım bırakıp saçlarımı yaparmışım gibi...
yavaşça acele etmek; aklımda değilse bile hayatımda anlam buluyor.

28 Mayıs 2012

...


masamdaki kocaman hesap makinesi, 1825 gün 43800 saat dedi.
dışarıda da yağmur vardı. bi kahve yaptım.


                                                                                  

21 Mayıs 2012

desire to inspire


bazen yanlış işler peşinde koştuğumu düşünüyorum. tamam tamam bu bazen'ler bendeki zaman mefhumunda epey yakın bir aralığa tekabül ediyor.  yapamadığımı zannettiğim şeyler, yaptığımı zannettiğim şeylerden daha ağır basıyor bazen. her neyse..

geçen günlerden birinde, her bakımdan bayıldığım marka anthropologie'den bahsedince; ''london'daki mağazalarının içinde kocaman bir ağaç var. ve çalışanların hepsi çok güzel.'' dedi patronum. beni yalnızca harika tasarımlı ürünleri ve pazarlama stilleri ilgilendirse de, bu bilgiler pratikte etrafımda en azından bir saksı aramaya ve aynaya bakmama yaradı. etraftımda saksı yoktu ve biz o kadar da güzel değildik. ama en azından ilham almak için doğru adreste olduğumu biliyordum.


beyaz, çiçek ve gün ışığı bir araya geldiğinde; uyku, mutluluk, saflık, sadelik.. en çok da huzur mu doğurur? bunlara bakarken bunları düşünmedim. sadece hayalini kurduğum iki evden birkaç kare gördüm.
 








20 Mayıs 2012

...

komedi filmlerinde, hastanede iğne olacak karakter; hemşirenin elindeki kocaman şırıngayı görür ve macera başlar. tam anlamıyla o sahneyi yaşadım diyemem. sadece gülümsedim. fakat koluma doğru yaklaşan ve beni saniyeler sonra uyutacak olan şırınga hatrı sayılır büyüklükteydi. o kadar ki kafam hala güzel. gerçekten güzel. bir kısmını hatırlamadığım günün, geri kalanında yarı biliçsiz halde tatlı tatlı uyudum. bu anestezi kafası iyiymiş. rüyaları da öyle. yaratıcılık had safhada. sanırsın uzay yolu: 2012. sevdim.

16 Mayıs 2012

geçmiş zamanın hikayesi

 geçmişe giden pek çok araç bilirdim ben.
       
gitmemek için de..

kaçmak için de...

kalmak için de...


ama en çok da arada kalmayı bilirdim.

şimdi neyi bildiğimi bile bilmiyorum. 



11 Mayıs 2012

Friday I'm In Love

bugün içimde çeşit çeşit duygular var carlos. bunlardan biri de, bu duyguları buraya yazmanın saçma olduğu düşüncesi.


sahil kenarında bir bankta oturup karşı tepedeki ışıkları izlerken, içkimden bir yudum daha alacağım o gün. ve içimden o sihirli kelimeyi söyleyeceğim. bana düşen hayal bu. bu kadar klişe.

şimdi dinleyeceğimiz şarkıların konusu değişiyor. biraz daha boşluk hissetmeye hazır mısın?

söylediklerim, içimden geçenlerin yüzeysel ve prizmadaki yansıması gibi. konuyu çarpıtmakta üstüme yok.

30 Nisan 2012

bir yudum daha alsam sarhoşum

En çok da iyi tanımadan gidecek olmana üzülürüm.
Büyük bir kayıp olmadığımı bile bile.


Bol buzlu, naneli limonata canlanıyor zihnimde. Kocaman bardakta.
Huzurlu baharın, güneşli ama buruk anların limonatayla bi ilgisi olmalı.


Bazı bildiğim şeyler doğru değil.


Gerçeğe çok yakın gülücüklerimi saçtım.
Makyajımı sildim, kostümümü çıkardım.
Pijamalarımı giydim.
İyi oyun çıkardım.
Gülümsemeye çalışmak dünyanın en zor oyunu bazen. 
Hey bebeğim, yüzündeki o pr gülümsemesini görüyorum!


Dondurma yerken bile mutsuz olabiliyorsun.


Bileklerimin üşümesinden nefret ediyorum. Bir de yağmurdan ıslanmış ellerle kuru saçlarıma dokunmaktan. 


Saçlarımdaki beyaz tel sayısı günden güne artıyor. Ve hiç dert etmiyorum. Bileklerim üşürse mutsuzluktan ölürüm.

Brian Molko dinlemeyeli çok olmuş. Ruhum dondurma kıvamında.


Bir şarkının, başka bir şarkıdan esinlenme olduğunu fark ettim az önce. Bu bana hiçbir şey kazandırmadı.


Bazı günler sepyaya yakınsa bile bazı nesneler renkli.


Bahar ne güzel bir kelime.


Her şeyden çok çabuk sıkılabildiğim halde, değişimi nasıl bu kadar zor kabulleniyorum?


Bir yanım gökyüzüne bakarken, bir yanım toprağa kök salmış.


Tozu dumana katarak yolculuğa çıkmak için çok mu geç?
Azıcık özgür olmak için, biraz mutlu olmak için çok mu geç?


Bazı hayaller için paralel bir evrene ihtiyacım var. 

27 Nisan 2012

...

9:00
sözlükte iki kelime gördüm.
zamanda yolculuğa çıktım
müzik kutusuna bozuk para attım.
şarkım sıraya girdi
biraz bekledim
ve çalmaya başladı.

gelsin çağrışımlar, gelsin anılar...

17 Nisan 2012

17 nisan

"canımın içi, böyle şeyler yalnızca romanlarda olur."


bu cümleyi çok sevdiğimi söylemiş miydim?

16 Nisan 2012

sendrom filan yok ama bazı günler çalışmak için pek uygun değil. mesela bugün.

15 Nisan 2012

...

“Ne var ne yok?”

“Zor bir soru. Pek emin değilim ama tahminimce her şey var ve yokların içinde saklı.”



Oğullar ve Rencide Ruhlar

3 Nisan 2012


kafam dağınık, masa dağınık.
oradan oraya zıplarken bi nefes aldım, bi soluklandım. ama yetmez. paralel evrenlerde bir yerde; sessizlik ve kuş cıvıltıları içinde kitap okuyup dinlendiğimi düşünüyorum. başka bir evrende başka güzel şeyler de yapıyor olabilirim. bilemem.

2 Nisan 2012

realite

7 renk vardı rüyamda. bir tren, bir de yaralı bir adam. hepsinden bir festival ortamı yaratıp fantastik/korku filmine bağladım. o nasıl bir görsel şölen, nasıl bir hazdı tarifi yok.
bazen bilinçaltım, bilince daha yakın olsa keşke diyorum.

27 Mart 2012

bi adres

sabahın dokuzunda google maps sayesinde sulanan gözler var bu hayatta. bir adresi arayıp bulmak zorunda olmak nasıl bir hüzne sebep olabilirse artık..

...

kimine efkar yakışır, kimine onu izlemek.

20 Mart 2012

...

''gündelik hayatta birine ulaşmak için, iç dünyanda binbir mücadele veriyor ve en kolay yoldan ulaşamıyorsan eğer; o kişinin gerçekten hayatında olup olmadığını tekrar düşünmen gerek''

demiş birisi.. bu cümledeki yedi yanlışı bulunuz.

19 Mart 2012

bişey

sabahın 9'unda çaldığı müziklere anlam veremediğim bir yayın organına maruz kalıyorum. ardından sığındığım kendi müziklerim bile fayda etmiyor. bütün gün aynı şarkılarla çalışıyorum.şimdi ise beynimin içince o saçma melodi dolaşıyor. nakaratı dilimde. buna sebep olan kişi eminim mışıl mışıl uyuyordur. bense dingin anlar peşindeyim.

14 Mart 2012

bazenbirgündenelerolur

öğle yemeği sonrası gelen baş ağrısı. çaydan medet ummak. umduğunu bulamamak. için uyurken, iyi görünmeye çalışmak. uyku sersemliğiyle cümleler kurmaya çalışmak. yaratıcılığın dibine vurmak. yine de iyi iş çıkarmak.mutlu gibi olmak ama olamamak. bir günlüğüne de olsa burçlara inanmak. gülmek, hak vermek. renklerin içinde siyah olmak. yoğunluğun arasında bir fotoğrafa bakmak. huzur bulmak, gülümsemek, rengarenk olmak. özlemek. bulutlanmak. hepsini dağıtmak için bir müzik dinlemek. dağılmak...

11 Mart 2012

...


ara sıra, bir zamanlar küçük bir kız çocuğu olduğunu hatırlamak lazım.
ya da 
yer değiştirebilir miyiz ufaklık?


Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi