16 Aralık 2011

...

evden uzaktayken içimde oluşan 'bişeyleri kaçırıyorum' hissini garip bir huzur arayışıyla harmanlıyorum.
rainymood on.

2 Aralık 2011

...

by models.com
I believe in the power of black and white.



20 Kasım 2011

northern exposure


Bambaşka bir ruhu olan bu efsane diziyi hatırlayanlar var mı? Biz dört kız kardeş, kendimizi içinde yaşıyor sanıyorduk ben çocukken. Hatta sadece bize ait bir dünya sanıyorduk. Başka kimse izlemiyor sanıyorduk. Şimdi, her kış geldiğinde kuzeye gidip o sıcaklığa geri dönesim geliyor. Chris hala yayında gibi, Marilyn'in örgüleri bitmemiş gibi, Ed'in saçları aynı gibi... Gelmek isteyenler el kaldırsın!

14 Kasım 2011

aşkın matematiği

"insan en az üç kişidir. kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. en sahicisi de bu üçüncüdür. olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın."                       
                                                                                     emrah serbes

27 Ekim 2011

27

tatsız tatsız 'yeni kayıt'a bakıyorum. ve canımız sıkkınken kendimizi neşeye vuruyoruz yine. bu duyguyu iyi biliyorum, iyi biliyoruz. iyi hatırlıyorum. şimdi anlatıyorum, en absürt halimle. çokça susuyorum. insan en çok konuşmak istediğinin yanında susuyorsa, en çok anladığının yanında saçmalıyordur belki de. o yüzden biriktiriyorum bir sürü şey. biriktirdikçe çoğalıyor, biriktirdikçe azalıyorum. aynı frekansta başka yayınlar...

21 Ekim 2011

zaman akar

'günler geçiyor' temalı hayatımda, bir fon müziğim eksik.

14 Ekim 2011

insan bekledikçe olgunlaşıyor mu, yoksa olgunlaştıkça mı beklemeyi öğreniyor?
herhangi bir şeyi beklemekten nefret eden biri olarak, son birkaç yılım ıssız bir durakta beklemekle geçti. geçti demek yanlış olur gerçi. halimden memnundum. artık beklemiyor olsam da halen o durak civarında takılıyorum. sigara içsem, ciğerlerim iflas eder, her yer izmarit olurdu. ama murphy yasaları'na göre sigara yaktığın an otobüsün gelirdi. eğer gelecekse... hiç gelmeme ihtimali de var. 

o küçük plastik taburede otururken bunları düşündüm desem pek doğru olmaz. yarın ne giysem diye düşündüm. saçlarımın rengine bir çare bulmam lazım diye düşündüm. işten ayrılmak için nasıl bir konuşma yapsam diye düşündüm. görevliler geldi. 5 dakika sonra hazır dedi. bekledim... 15 dakika geçti. yarın ne giyeceğime karar veremedim. yasalar ince ince yağmur şeklinde üzerime yağıyordu. ödevimi yapmam gerektiği aklıma geldi. dünyanın en basit, en klişe ödevi. yine de bundan şikayetçi olmadığımı fark etsem de altı üstü dil kursuna gittiğimi düşününce tadım kaçtı. fakat sadece birkaç ay sonra hayal ettiğim yerde olursam; şimdi küçümsediğim şeyler ''peki bu bilgi gerçek hayatta ne işimize yarayacak'' sorusunun cevabı olabilirdi. içim bir nebze olsun rahatladı.


daha fazla plastik taburede barınamayacağımı anlayıp kendimi tatlı bir yere attım. ''profiterolün üzerine fındık ister misiniz?'' dedi adam. olabilir dedim. beklemek tatlıydı bu defa. suflemi kaçıran garsonu düşündüm o an. aslında adam haklıydı. o sufleyi yememem gerekiyordu o gün. ama bu cümle için ''ben n'aptığımı biliyor muyum?'' bahanesi yerindeydi. 

görevliler geldi. 10 dk. sonra hazır dedi. bekledim.. 20 dk. sonra yağmur iyiden iyiye başlamıştı. dünyanın en salaş hırkasının içinde kaybolmak o an için yapılmış en doğru şeydi. fakat işin içine biraz melankoli, biraz romantizm katayım desen etrafta izlenmeye değer bir manzara yoktu. melankoli de romantizm de içimizde.

beklemek sona erdiğinde hemen yola koyuldum. yol boyunca kulağımda müzikle uykuya selam çaktım.
masama dönüp yemekle buluştuğuımda her şey normale dönmeye başladı. sonrası küçük heyecanlar, sonrası iş güç.. sonrası iyilik güzellik.


bkz'lı şekilli post. bayinizde.

12 Ekim 2011

orada değilse buradadır

küçük bir çocukla bomboş vakit geçirdiğimi fark edince; dedemin, güneş çok kızgınken, gözlük camıyla ışığı yansıtarak kağıt parçasının yakılabildiğini gösterdiği günü hatırladım. ardından, babamın iki karton ve bir ipten telefon yapılabildiğini öğrettiği günü... kağıttan uçaklar yapmak, gemiler yapmak, uçurtma uçurmak yada herhangi bir şey öğretmek... o çocuğu büyütecek, hayatına anlam katacak, herhangi yeni bir şey ve asla unutulmayacak bir anı. anlam herkes için orada bir yerde.


6 Ekim 2011

winter is coming

üşümeye başlayınca, kış yaklaşınca iyice; aklıma 'mahsun' geliyor. sonrası zaten hep soğuk..

27 Eylül 2011

yol

'yürüdüğüm süre boyunca, pek çok şey düşündüm. oysa 'hiçbir şey düşünmemek üzere' çıkmıştım yola.'

iç sıkıcı cümlelerin üstünü çizdi önce. kaç yaşında olduğunu düşündü. kaç yılını aynı şeyi düşünerek geçirdiğini... 27 yaşında, bir baltaya sap olmakla, ağaç olmak, çiçek olmak arasında gidip gelen biri. elle tutulur bir başarısı yok. yaptıkları yapabileceklerinin garantisi filan değil. ortaya konulmayan yetenek, yetenek değildir. hiçbir şeye taahhütüm yok. bir tek şey dışında.

yol uzadıkça. ki yol uzamaz evet. açlık vücudumda sinyaller vermeye başladı. beynim de buna yemek hayalleriyle eşlik etti. nefis pizza görüntüleri gözümün önünden geçerken en güzelini kaptım, yanına da bir kırmızı. alerji yapan kırmızı. ama olsun. yürüdüm, biraz daha yürüdüm. tek istediğim temiz hava ve sessizlikken,  şimdi hayali bile lezzetli yemeğime ulaşmak en büyük hedefimdi. boş gün demek, boş işler peşinde koşmak demek değil mi? yollar, sarı yaprakları sanki benim şerefime misafir ediyor gibiydi. sarı yapraklarla ne tür bir atmosfer yaratmaya çalışıyordu bilmem ama sonbahar havasına girmiş bir cadde için fazla renkli ve fazla 'yazdan kalma'ydım. üstelik içime bakınca görünen renkler sepya değildi ve fotoğraf makinem de yoktu. her şeyi klişeye bağlama yeteneğimse hemen sağ cebimdeydi.

hedefe ulaşmak için, direncimi kaybetmeden, sabırla yoluma devam ettim. sanki neyin sabrı, neyin direnciyse?
ve ardından sahildeki cafeye geldim. temiz hava ve istediğim gibi olmasa da, yemek vaad eden masalar, sessizlik vaadetmiyordu. benimse insan fazlalığı baş düşmanımdı. ve bu; yalnızlıktan kaçarken, yine yalnızlığa sığınmanın en güzel örneğinin sergisiydi. süreli sergi.
cafeden yavaş ve kararlı adımlarla çıkarken bir b planım olmamasına rağmen, geri dönüş yoluna verdim kendimi. zaten a planım da yoktu. planlar heyecansız, plansızlık yorucuydu.

beni yolun gittiği yere ulaştıran dolmuşta seyrederken, yolculardan ilham alıp yaratıcılık hakkında düşündüm. ortaya çıkmayan yeteneği kelimelerle büyülesem? belki işe yarar. sonbahar tablosu değil, gece yarısı karanlıkta gelen kelimeler değerlidir. ve fakat anladım ki sigara tüttürmek bu işin 'olmasa iyi olur ama'sıdır. ki ama'dan sonraki her şeyin yalan olduğuna inanmasam da inanmak şu an işime gelir. sonuç olarak, sigara sağlığa zararlı fakat yaratıcılığa faydalıydı. üzgünüm ama yazarken, hiç kullanmadığım bir şeyin eksikliğini, körükleyiciliğini hissediyorsam, sebebi budur.

sonunda beni hayallerimdeki yemeğe ve yemek yeme keyfine olmasa da karın doyurucu bir şeylere ulaştırdı.
kırmızı yerine kola, pizza yerine hamburger yemek sarı yaprakları plastik böceklere dönüştürdü.

yol kısaldı. yol yakınlaştı, sevimsizleşti ve grileşti. rüzgar artık ben burdayım dedi. sahildeki insanlar üstlerine bir şey aldı. ben yola koyuldum.

bazı şeyler hiç olmaz. bazıları olur da sen anlamazsın. bazı yollar çok virajlıdır. bazıları dümdüz uzanır.
ve yol eve gelince biter. bütün yollar evimde biter. tüm yalnızlıklar, korkular, endişeler... her şey sende biter.

ledorita/27

19 Eylül 2011

kırmızı turuncu sarı

''Böyle kendi kendime eğlenemiyorum farkındasın değil mi? Sana gelince hep canım sıkkın oluyor. Ya da fazla keyifli oluyorum, fazla eğleniyorum; fakat sen de ona gelmiyorsun. Bazı arkadaşlıklar böyledir. Zaten unutmuş gibisin de beni. Halbuki dinlesen çok şey anlatırım ama işte o mıymıy eden ses konuşmaya başlayınca susturmalısın beni. Çünkü kara haberler verip, özlemenin kırmızı ve turuncu tonlarından bahsedebilirim sana. Salacak'tan bakınca, Sarıyer'den bakınca, odamdan bakınca görünen silüetinden bahsedebilirim. Göründüğüne yemin bile ederim.
Yanında kırmızı rujlu olur bazen. Silüetten bile seçilir. Olsun... Yanında olsun.

Ama geçecek. Geleceğe yolculuklara hep hayalimden çıkılıyor. Hayalimden, aklımdan, zihnimden... Olduğun yerden, olduğun yere... Olmadığın bir yer bulmak için.

Böyle kendi kendime eğlenemiyorum bak. Kaptırıp gidiyorum. Kapatıp gidiyorum. ''

29 Ağustos 2011

yazdım, çizdim

zaman yok. zaman olsa heves yok. neyse ki sorun sende değil bende. ve neyse ki artık bende de değil. bi yere gitme yani. onu diyorum.

8 Ağustos 2011

Bugünü çekilir kılan birkaç şey; birkaç arkadaş, bir iki fotoğraf  ve LM'ye tekrar kavuşmaya saatler kalması. Ne basit, ne küçük bir hayat!:)

30 Temmuz 2011

27

Şu garip tarihi olan yaşa geldiğim halde, halen ne yapmak isteyip istemediğim tartışma konusu. ayıp değil mi?
Kendi ellerimle hayalperest işlerden vazgeçip sıkıcı işler peşinde koşan bir karakter yazıyorum. Bir anda her şeyi geride bırakıp hayal işlere dalmaya müsait. Hmm yoksa tipleme mi demeliydim?

23 Temmuz 2011

...

bu sıcakta yaşanan soğuk algınlığı bir çeşit ceza gibi geliyor. var olan bütün sıcaklığı vücuduma hapsetmişim de şimdi geri püskürtüyor gibiyim. bademciğimin biri diğerinden üç kat daha hacim aldıkça, temmuz ortası hasta olacak kadar talihsiz miyim ben diyorum. ama talihle ne ilgisi var? suçu klimada bulmak istemiyorum ama sanırım suçlu o.
ben burada nefes alamıyorum içerde çalışan usta sigara içiyor. işte bu talihsizlik. hastayken sigara kokusundan bin kat daha nefret ettiğim için ustaya elindeki toz alçılardan bir toz bulutu sunmak istiyorum. ama nafile. ustayla savaş olmaz. hem de adı ümit. ümit usta. ve pek sevimli değil.
kendimi üst kata atma fikrini uygulayıp çay artı serinlik molası veriyorum.

bir saat sonra...
ustaya pense, kurbağacık ve türevlerini beğendirebilmek için pervane olduk. üstelik içtiği sigaranın haddi hesabı yok. oysa ki duvarda şu tabela asılı 'burada sigara içmenin cezası 62 TL'dir.' eskimiş de olsa uyarı uyarıdır. şu an bana verdiği rahatsızlığın acısını cezayı ödeterek çıkardığımı düşünürsek; hangi açıdan bakarsan bak zararlı çıkacak olan usta olur.
hasta olduğum için sağlıklı düşünemiyorum fakat ustayla olan derdim konusunda kafam fazlasıyla çalışıyor sanırım. hem de pek iyi niyetli hayaller değil.

iki saat sonra...
bilimsel veya değil, nefes almakta güçlük çektikçe aptallaşıyorum.
tek isteğim bir an önce çıkıp yolumu şaşırıp da kendimi yine üsküdar'da bulmadan eve gidebilmek...
aslında düşündüm de iki isteğim daha var: yolda şunu dinlemek... ve o lacoste ayakkabılar...
ben gidemediğim için kendisini düşünce gücüyle kendime doğru çekmek istiyorum.
                                                                                                                                                              
                                                             

21 Temmuz 2011

...

böyle sıkıcı bir günün ardından gelen kafa izni'nin tadına paha biçmeye çalıştım dün. fakat yapamadım. miskinliğin tadına doyum olmuyor yahu.

19 Temmuz 2011

çok mu sıcak?


öyle ağır, öyle yavaş akan bir gün ki hiç bitmeyecek diye korkuyorum. onca şey oldu; koşturmacalar, çekimler, kostümler derken saat iki olmak üzere. bugünün akşamı olacağına ikna olmam gerek. koskoca döört saatin geçmesi için, göz açıp kapayıncaya kadar deyimine şimdi şu an daha çok inanmam gerek. çünkü hem sıkıcı hem çok sıcak, hem de akşama halletmem gereken bir sürü heyecanlı şey var. ama o kadar sıcak ki zaten var olup olmamak arası olan bedenim eriyip eriyip yok olabilir. her sıcaktan bunaldığımda aynı şeyi söylüyor da olabilirim. geçmişe bakmak gerek. ama işim var bebeğim. yeni nesil konsept fotoğrafçıların sitelerinde dolaşırken, aradaki yedi farkı bulmaya çalışıyorum!
fakat sıcaklığa aldırmadan tatlı isteğiyle halsizleşen vücudum, 'tatlı bişey olmadan çalışmam, çalışamam' sinyali verdi. sinyali alır almaz kendimi karşı caddede bulmamla şu görüntüye ulaşmam sadece bir iki dakika sürdü.
yaşasın çikolatalar, yaşasın soğuk süt içebilmek! dondurma daha kestirme bir yol olabilirdi ama burada değil.

bu yazıyı da toplamda tam olarak iki saatte yazmış olmam; yazının giriş gelişme ve sonucu açısından pek manidar oldu.

15 Temmuz 2011

kelebekler

''karnımda kelebekler uçuşuyor diyor kız, çok heyecanlıyım diyor'' dedi orta yaşlı kadın, oğlunun sevgilisinin heyecanını anlatırken. ''demek aşk böyle bir şey. benim hiç karnımda kelebekler uçuşmadı, demek ki hiç aşık olmadım.''
''belki karnın ağrıyor sanmışsındır.''
''yok sanmıyorum, zaten hemen evlendik, kelebek uçuşacak vakit olmadı.''

sadece gülümseyerek dinlediğim orta yaşlılar ve aşk diyalogları...

14 Temmuz 2011

rüyalarda..

''eve geç ve yorgun geliyorum. kendime ayırdığım vakit bir gün öncesinin onda biri bile değil. bu zaman diliminde bi'şey yapabilir miyim acaba diye düşünüyorum. yolda giderken de elimde kitap olmasına rağmen okuyamayıp hayallere dalıyorum. hayallerle seyahat ediyor bazı kimseler. ve hayalleri bölen acı gerçekler, ani fren yapan bir araç kadar sarsıcı.''

son iki gecedir bir cevaptan yola çıkarak yazmaya çalışırken uyuyakalıyorum. parmaklarım klavye üzerinde hareket edemez hale geliyor. gözlerimse bir dakika daha açık kalamam diyerek yanıp sönüyor, ağır ağır kapanıp, son direncimle açılıyor. şimdiyse açık kalması için çabalasam da kapanmakta ısrarlı.
etti üç. üç gündür yazmaya oturup yazamıyorum.
iletişimsiz de olsa, sessiz sakin takılsak da burada buluştuklarım vardır elbet. bir süre 'rüyalarda buluşalım.'

9 Temmuz 2011

yoldakitapokuyabilsemkeske

'okumazsam ayıp olur' listemdeki kitaplardan bazıları kitaplıkta yerini aldı.
şimdi de bunlar için vakit yaratmak gerek.

28 Haziran 2011

hello world

yeni okuluna başlamak istemeyen çocuk gibiyim. ama sadece sıkıntısı gibi... heyecansız, stresli ve isteksiz.

14 Haziran 2011

g minor

en iyi arkadaşlarım birer birer evlilikten söz etmeye başlayınca, sahil kenarında bırakıp gitmişler gibi hissetmeye başladım ben de kendimi. ben napıcam şimdi diye öylece kaldığımı düşlüyorum. 'gitmeyin olum, saçmalamayın ne evlenmesi!' demek istiyorum arkalarından ama kafamda dolaşan düşüncelere tuzlu yaşlarımı damlatarak yalnızlığıma cila atıyorum çaresizce.

üzerime kırmızı elbiseler geçirdiğim halde tek bir fotoğraf karemin olmaması, aslında o elbise üzerinde görünmez bir hırkanın halen var olduğuna işaret ediyor. ediyor da kimse görmüyor.

bana yaşam enerjisi ve mutluluk veren birkaç şeye aslında hiç sahip olmadığımı fark ettiğim günlerde kendime küsüyorum. hayata, dünyaya  filan küsmekle uğraşamıyorum çünkü. öyle olunca işin içine pek çok insan giriyor ve ben kalabalıktan hoşlanmıyorum.

çünkü içinde yoksun.

sen takımları giydiğinde nadiren, bambaşka biri oluyorsun aniden. ben de uçan uçuşmayan elbiseler içindeyken... takımları elbiseleri çekip karşılaşmalı mıyız yeniden?

biraz fazla iyimser bir arkadaş böyle şeylere inanıyor. ben imkansız demekte ısrar etsem de o bir gün her şeyin değişeceğine inanıyor. fakat o geleceği tarot kartlarında, bense rüyalarımda görüyorum. yani ikimize de güven yok. şarlatanın tekiyiz. sürrealist şarlatanlar.

----
bazı şeylerin gerçek değil de sadece kurguya yakışsın diye kurulan hayaller olabileceğini biliyorsun değil mi? takımlar giyen adamlar, tarot kartları filan...

13 Haziran 2011

...

ilk kez bir tv dizisi hakkında yazmıştım, bu da ikincisi. dizi değil çünkü kendisi. birkaç manyak, başka bir dünya... insan filan değiller zaten. hayatımda olsun istiyorum bu adamlar. bir ismail abi'm olsun, dolaşsın sokakta. ya da ben gidip onların mahalleye yerleşeyim. çok tatlılar çünkü öyle böyle değil.
sabah sabah bunları düşündürüp güldüren sebep için bakınız...

10 Haziran 2011

....

en sevdiğim sayının neden en sevdiğim sayı olduğunu bugün anladım blog. evet bugün.
sadece bir nedenini biliyordum ama - şimdilik - fark ettiğim birden çok nedeni varmış meğer. 
her birinin mazisi de yaşıtım. 

hadi şimdi bu bilginin kime ne faydası var birlikte düşünelim:)

4 Haziran 2011

4

çocukken, daha doğrusu büyümeye başlarken ben, yaz akşamları en sevdiğim zamanlardı. istanbul'da şehrin ortasında olsa bile güzeldi. sokak güzeldi, bahçeler güzeldi, arkadaşlarla oynamak güzeldi, saklanmak kadar bulunmak da güzeldi, çekirdekler güzeldi... sessiz sinemada her gece 'kuzuların sessizliğini' oynasa da güzeldi.

sokağın gürültüsü gece olmaya başladığında sessizleşirdi.. bütün çocuklar evlerine giderdi. ben annemin dizine yatardım.. yıldızlara bakardım.  hafif bir rüzgar eserdi. annem, babaanem ve belki birkaç kişi daha sessiz sessiz konuşurlardı. ninni gibi gelirdi. düşünecek hiçbir şeyim yoktu. ama doğamda hüzün varmış ya hani, öyle severdim ki o huzurla karışık huzursuzluğu.. işte bendim, yalnızlığımın adresi...

bazen yıldız kayardı. annem heyecanlanır bi dilek tut derdi. ne dilerdim bilmiyorum. belki de bi dileğim yoktu.
ama o günlerde, her insan gibi ben de çok üzüleceğimi bilerek, o sebepsiz hüznü hissederek başımı koyduğum dizlerinde, şu yaşımda hüngür hüngür ağlayacağımı bilemedim.

kaç yıl geçti bilmiyorum. bilmek de istemiyorum ama bugün bir yıl daha ekledim üzerine. hem de bomboş geçen koskoca bir yıl. belki de bomboş geçmiş bir hayatın üzerine eklenmiş bir yıl daha. ama cebimde bir kaç şey var.. biraz da defterimde.

 yaz akşamları hala en sevdiğim zamanlar. ama şimdi pencerenin önünde oturup yazın henüz tam anlamıyla gelmediğini söyleyen serinlikte anıyorum o akşamları. ve sanki etrafta mumlar yanıyormuşcasına yazıyorum. belki de dinlediğim şarkıdan. ya da içimdeki melodi o şarkıda olduğundan.

ve şimdi bir rüya gibi, fısıltılı konuşmalarla uykuyu beklemek.
artık konuşan kimse yok.
sanki yıldızlar da yok.
ya da ben artık gökyüzüne bakmıyorum.

30 Mayıs 2011

26-29

tarihleri fark etmiyorsan, fark etsen de önemsemiyorsan. şarkıları duymuyorsan, duysan da içlenmiyorsan;
aptal romantizmini silip atmışsın demektir en azından.

21 Mayıs 2011

..


Günlerdir canım o kadar sıkkındı ki, kafama yorganı çekip bütün gün içinden çıkmamayı denedim, olmadı. Belki açınca her şey uçup gider dedim, olmadı. Ben de absürt komedi izlemekte buldum çareyi. Saçma sapan şeylere gülmekten medet umdum. Beynim uyuşsun da çalışmasın diye.. Önce bütün gün, sonra günde 1-2 doz.
İşe yaramadı değil.

16 Mayıs 2011

ne oldum değil.

zaman makinesiyle konuştum, haberler iyi.

önce bir gün, sonra bir hafta, birkaç ay, birkaç yıl derken, 1984'e gitmekte anlaştık.
gitmişken şu burca da bi el atsan dedim. o olmaz işte dedi. peki dedim.
bir gecelik uykuya mal olacak ama olsun.

özetle, rüyanda görürsün dedi yani. iyi ki küfür etmedi. ben olsam ederdim.

5 Mayıs 2011

olsun...

tatsız geçen bir günün sonunda birkaç şarkı ve birkaç beklenmedik şey bana baharı getirebiliyor. mutlu olmanın o kadar da imkansız olmadığını söylemek ister gibi. ama ben inanmadan çekip gidiyor.

eskiden bu gece dilek tutup saksı kenarına dikmemiz için ısrar ederdi annem. pek inanmasam da eşlik ederdim.
ateş yakardı bütün çocuklar ve üstünden atlardık. hafif serin, hafif ürkek ve çocuk.. o zamanlarsa sanırım hiç dilek tutmazdım.

şimdi ne çocukken ateş yakıp üzerinden atladığım arkadaşlarım kaldı, ne de saksı yanına bile dilek bırakan annem yanımda bu gece. ama hiç olmadığı kadar çok dileğim var. ve içimden geçeni biliyorsun.
tutar mı, duyulur mu, olur mu bilmem...

4 Mayıs 2011

...

artık olmayan birini rüyada görüp de uyandığınızda; o sabah, hatta o gün, bazen de günlerce sersem gibi dolaşırsınız ya hani.. o sersemliğin esiriyim bugün.

bazen biri kafanızda çok fazla dolaştığında, onun gerçekliğinden şüphe edecek noktaya gelebiliyorsunuz.
işte rüyalar bu gerçekliğini kanıtlar gibi çıkagelir böyle anlar uzarsa...

bu da ilaç gibi gelir... fakat yan etkisi fazla olan bir ilaç...

28 Nisan 2011

uykunun ilhamla ilişkisi olmalı. biri gözlerimden akmaya başlarken, diğeri zihnime akıyor. oradan yastığa...
oradan da uçup gidiyor...

14 Nisan 2011

bilinç bu akar gider...

artık bahar gerçekten gelse de şu üzerimizdeki görünmez ağırlıkları da atma psikolojisine girebilsek.
olmuyor böyle çünkü. ben duygusal duygusal takılırken bir taraf  'yeter artık' diyor, diğer taraf ise 'çiçek ne ki böcek ne ki' diyor.. hem ayrıca bahar deyince çiçek tamam da böceğe noluyor? zaten haşere timi kurmuş ibb. 
kırmızı tulumlu adamlar düşmana korku salacakmış. düşman bir sivrisinekse ben de savaşa hazırım.
bugün artık gerçekten perşembe oldu! herhangi bir sebep yüzünden insanlara aynı açıklamayı yapmaktan bıktığınız oldu mu peki hiç? 'neden yemek yemiyorsun' 'neden güldün/gülmedin' ya da ''o filmi sevdin mi?'' sorusunun cevabı aynı olabilir mi hiç? ama oluyor işte... çok derinlere inersen oluyor... e inmeyeceksin sen de. sığ sularda takılacaksın. bak şu anda da öyle yapıyorum farkındaysan. duygusal mı duygusal, romantik, özlem dolu bir şeyler yazmıştım halbuki. ama bak üzerini bu saçma satırlarla örüyorum. onu okusanız daha çok beğenirdiniz halbuki...rüyamda şehir erkenden kapamış dükkanları. olağanüstü durumlar varmış ama ben sokakta kalmışım. silent hill gibi bi atmosfer düşün. telefonu elime aldığımda ilk onu aramak istemiş o halim. ama yapmamışım. gurur rüyamdan gider misin? desem de dinlememiş. öylece kalmışım. bunları ben sana acı soslu da anlatabilirdim oysa.. ama yapmıyorum. üzerini tatlı tatlı örüyorum... telefon beklemek de ne acayipmiş birinden. birinden beklemek de değil. sonsuza, evrenin bilinmezliğine bir şey demişsin gibi. üstelik artık bugün perşembe! ve ben üzerini örtmeye çalıştığım satırlardaki kahramana benziyorum bugünlerde. benzemek değil de onun yerinde gibiyim sanki. bir de o açıdan bakıyorum adeta..  belki de bu yüzden atmosferin boşluğundan cevap istiyorum. ama yıldızlar görünmüyor bile. bi tek odamdaki gece lambası. o da yazdırıyor bunları  ..
oysa ben de isterdim burada olsun beyaz fonda mavi çiçek fotoğrafları. 

13 Nisan 2011

dost

arada bir varlığını kontrol ediyorum. sen gerçekten var mısın, benim hayatımda mısın cidden, diye yokluyorum. ama sormuyorum tabi böyle. 'naber' diyorum, 'ankara'da da kar varmış' diyorum, 'kızma ama ben....'' diyorum.
en sıcak kelimelerle cevap verince bana emin oluyorum bir kez daha.. ve huzurla yoluma devam ediyorum sonra...

hangimiz şımarmalı bilmiyorum.

12 Nisan 2011

...

zaman nasıl geçer... nasıl olur bir an bir yıl olur, yıllar olur... aklım almıyor.

11 Nisan 2011

gün ışığı

biliyorum ben. karanlığın içinde yürürken ben, yüzüme vuran ışık bu. belki de o yüzden daha az korkan benim. fakat korkmak neye yarar ki? ya kaçıp kurtulmak gerek ya teslim olmak...
ama biliyorum ben... hiçbir zaman, hiç kimse için kolay olmadı bu. mucizeye inanmaya çalışırken imkansızlıklara düşmek var. kaybolmak var...

8 Nisan 2011

filmi geri sar makinist!

gözümden uyku akarken yine zamanı geri almak istedim. ama sorun şu ki; hiç yaşamamak için mi, yoksa tekrar yaşamak için mi bilmiyorum.

3 Nisan 2011

merhaba blog

şu an birini merak ediyorum. uzun zaman sonra ilk kez birini merak ediyorum. gecenin ikisi olmuş. gündüz iki de olsa fark etmez. çünkü çok saçma... ama bilerek ve isteyerek yapıyorum bunu sanki. elimde olmayan sebeplerden ötürü değil. iyi bişey mi değil mi bilmiyorum.
bir günü kaç saat yaşıyorum ben? 24, 12, 8, hiç?
küçükten büyüğe doğru sıralarsan doğru cevabı bulursun belki ama sanmam çünkü ben şifrelerle konuşmam. uzun bir aradan sonra bi şansımı deniyim dedim şans bana güldü ama nasıl güldü bak görüyorsun. neden bahsettiğimi umarım biliyorsundur. çok uykum geldi aslında ama merak işte.. zaten bugünlerde yumoş gibi uyuyorum. bir şey içinize işleyip hayatınızın temeline yerleşmişse artık onu ordan söküp atmak zor oluyor. yo yo alışkanlıklardan bahsetmiyorum, öyle sanma. o başka bu başka.. ben mesela her sabah aynı boyda ve hemen hemen aynı kiloda uyanıyorum, aynaya bakınca aynı yüzü görüyorum ve inandığım şeyler, sevdiğim şeyler gün içersinde ya da zaman içersinde değişmiyor. kolay kolay.. onun gibi bir şey.. uyurken de, uyanırken de.. öyle.. işte.. sanırım bunu daha önce de dedim. bi insanın en mutlu olduğu, yer, kişi, an artık yoksa o insan artık hiç o kadar mutlu olamıyor. bunu fark etmek ve bilmek tüyler ürpertici.
ben bunu yazana kadar saat oldu 3! uyku gözlerimden aksa da parmaklarıma gelmiyor sanırım.. 2 nisanda şakır şakır yağmur altında ıslanmak çok gücüme gitti bugün. çok içerledim. için için sırılsıklam oldum. saçlar zaten kendinden geçiyor böyle olunca. eskiden nefret ederdim bu histen ama artık güzel bir günü hatırlattığı için nefret de edemiyorum.. hay benim hafızama. geri geri kaçıp duruyor. iki dakka sabit dursana yerinde!
neyse bunun duracağı yok.. en iyisi ben uyuyayım.. merak unsuru da ortadan kalmışken...

31 Mart 2011

my woman

henüz filmi izlemeyip bunu da dinlemediyseniz eğer; bu şarkıyı dinleyin. fazla ortalığa düşmeden, bi yerlerde duymadan bulup dinleyin. başka bir dünyadan sesleniyor...

27 Mart 2011

...

romantik komedi gibi.
gülüp eğlenip zevkle izleyip kendi dramanıza dönüyorsunuz.

bizi izlediğiniz için teşekkürler.


blogla ilgilli değildir

25 Mart 2011

ninni gibi..

sizinle büyük bir sırrımı paylaşıcam. resmi uykuya geçiş parçamı... 
bir gün, bu çalarken uykuya dalmışım, uykumun arasında güzel bir ses, harika bir melodi duydum... 
ancak rüyada olabilirdi ya da cennette... o günlerde de zaten pek bir duygusaldım... iki senesi vardır rahat..     bilen biliyordur, bilmeyen de sever belki...

videosu olmadığı için kendim yaptım. çektiğim fotoğrafı da koydum ama ona bakmayınız, hayallere dalınız... 

24 Mart 2011

spring smile*

dualarım azcık da olsa kabul oldu.
biraz güneş açtı, biraz hava ısındı. en azından pencereyi yarım açıp oturabiliyorum.
radyoda da tarkan'ın eski bir şarkısı çalıyor.. odamı güneş, ılık hava ve güzel bir ses dolduruyor. aman allahım ne güzel bi atmosfer bu böyle...

son günlerde akdenizli hissetmem için ayrıntılar bulan gerçek bir akdenizli'nin de etkisiyle içimi ışıltı kaplıyor sanki.
buna rağmen can sıkıntısı gelip gelip buluyor insanı.. ve yanlış anlaşılmalar ne gereksiz kırgınlıklara yol açıyor değil mi?

fep'e dedim ki: ''niye böyle?'' o da dedi ki ''ne öyle?''
keşke hafıza gerçekten bu kadar hızlı tüketen ve bu kadar temiz olabilseydi..
o zaman insan, varlığını hatırlamadığı birini özleyemezdi, adını bilmediği bir parfümü anımsamazdı...
unutması gereken şeyleri unutur ve özlemezdi.. isterdi en azından... isteseydi  unutmayı, denerdi..
mevsim bahar olunca, her şey bahar olurdu o zaman da... dimi?

23 Mart 2011

16 Mart 2011

...

Günlerce konuşsam onlarla, senin bir bakışta anlattığını anlatamazlar bana.
Sayfalar dopdolu, sayfalar bomboş...

13 Mart 2011

''kendimi o karikatürdeki küçük çocuk gibi hissediyorum bazen''

10 Mart 2011

uykum kaçmasa iyiydi ama kaçtı bi kere


kardan adaam yapalım
burnuna havuç tıkalım
üşüyoruz bu havada
evlere dağılıp uyusak ya

şak şak şak şak... 

Üç yaşındaki bebeyle vakit geçirmenin sonuçları. O da şarkı bitmeden alkııışşş diyor. Sahnesi iyi ama. Şaklaban... (sanırım hayatımda ilk kez yazdım bu kelimeyi)

Evet. Bu son güftemi ve de coverımı önce kar heyecanıyla yanıp tutuşan İstanbullu'lara daha sonra da Ankaralı'lara armağan ettim dünden beri. Fakat biri delisin kızım sen derken, diğeri oralı olmadı. Ankaralara kadar ulaşmadı sanırım sesimiz. Ben de böyle alkışsız ama şımarık kaldım. Yine de sevgiler saygılar bizden. 

Kar çok ama o kadar isteksiz yağıyor ki pencereden bakasım gelmiyor. Rüzgar da git burdan diyip ittiriyor zaten hepsini. Yarın ne olur bilmem. Hem zaten hiçbir işime yaramayacak kar'ı ben napıyım? Yine de videoya çektim ben bunları ama kötü oldu. Hem de siyah beyaz. Lüzumsuz bildiğin. Geçen yılki müthiş kardan çok güzel kareler çıkmıştı oysaki..

Bu akşam çok ketum olduğumu söyledi biri. Zaten gündüz de herkesleri 'bu konuyu sonra konuşalım' diyip erteledim. Konu da ertelenmiycek gibi değildi ama. Hayallerimizdeki iş planının fizibilitesinin hazırlığı?!! Fi zi bi li te. Bildin mi?  Bu ikilinin daha önce saçma sapan bir proje için sabahın 5'ine kadar bir sokak ismi araştırdığı vardır tarihte. Yahu at işte bi isim. Yok illaki gerçek olacak, illa ki konsepte uyacak. O zamanlar google eart'cüüm de yok tabi. Neyse ki şimdi daha rahat bi insanım. O kolay, bu yapılır diyip duruyorum. 

Şimdi de tüm ketumluğuma inat konuşasım var. Herkesler uyudu ama köpekler çılgın gibi havlıyor. Karda oynamayı severler tabi ama bu kadar da çıldırmaya gerek yok.

Bir iş ilanında şöyle diyor: ''lisans fakültesi mezunu''
lisans fakültesi. hayalimdeki fakülte!
hatanın güzelliğini söylememe gerek yok değil mi?:) 

köpekler sustu. 

7 Mart 2011

...

''Başka her yerde yalanım, yanlışım. Cümlelerim yalan yanlış...''

günlerden bir gün/eve dönüş yolunda

5 Mart 2011

napoliten

Ben senin gözünün içine bakıyorum. Ama sen fark etmiyorsun.
Aslında bakmıyorum ama öyle yapıyorum. Zaten hep böyle değil midir? Sessiz anlaşmalar, sözsüz sevgiler…
O gün nasıl korktum. Seni kaybedeceğimi sandım. Ama sonra geçti…
Ben yine uzağına kaçtım. Biliyorum benim suçum. Ama sanma ki değiştim. Bu aralar böyle..

Ben küçük bir çocukken birlikte uyurduk sık sık... Bir küçücük aslancık vardı kırlarda koşar koşar oynardı. Hiç küçük bi aslancık hayal etmedim sen bunu söylerken. Koşup oynayan hep bendim. Ne iş yapıyor diye sorarlardı ya hani öğretmenler. Ben muhallebici derdim.  Muhasebeci nedir bilmezdim. Ansiklopediler, sözlükler, bilim teknik'ler elinden düşmezdi. Hep bi'şeyler okurdun, hep bi'şeyler araştırırdın. Bir şeyin cevabını bulana kadar pes etmezdin...Genetik miras.. Ben de öyleydim... Bazen okula giderken saçlarımı tarardın...  Ama annem gibi şefkatle yapamazdın, üzülürdüm... Üzülecek ne varsa..

Şimdi bana kızıyorsun ya... Ben de sana kızıyorum. Bana kızmaya ne hakkın var diyorum. Ama hep susuyorum.
Çünkü bana inanmıyorsun ya… Ben de sana inanmıyorum bazen... Bir şeyi söylerken onu yapabileceğine inanmıyorum. Hayallerine inanmıyorum... Sen de benimkilere... Çünkü birbirimize çok benziyoruz! 
Hep gururumuza yenik düşüyoruz çünkü. ''Öyle diyemem, bunu yapamam, oraya gidemem, arayamam, soramam.'' bunları ben hep senden öğrenmişim. Ama keşke bu kadar iyi öğrenmeseymişim... Bu kadar takılacak bişey yok ama.. sıradan hayaller, sıradan kırıkları...

Bazen sana bakıyorum. Anlamaya çalışıyorum dert ettiğin şey ne diye. Sen ne bileceksin ki? Der gibi oluyorsun.
Ama biliyor musun? Ben de bazen aynı şeyi diyorum. 
Çünkü bazen yüzüme bakıyorsun. Gözlerimde bir nemlilik fark edince... Bu göz damlası da gözleri kızartıyor diyorum. İnanıyor musun? 

Şimdi küçük bir çocuğa bakıyorum. Annesiyle babasıyla paylaşmadığı hiçbir şey yok. Annesi ona karnındaki kadar yakın. Ve onu anlamaması imkansıza yakın...
Ama büyüdükçe mesafeler artıyor. Çünkü insan büyüdükçe her şeyi yalnız yaşıyor. 
Artık sabah olmak üzere. Uyansan uyumadın mı hala dersin.. Uyumamı istersin, çünkü iyiliğimi istersin. Ama niye uyuyamadım bilmezsin. 
Demiştim ki; o'nu tanıdığımdan beri kolay kolay kullanamıyorum o kelimeyi. 
Şimdi kullanıyorum işte… Bu kadar hassasken, bu kadar değerini bilmek gerek derken.. Cevap arıyorum arıyorum bulamıyorum: 

Bir baba kızına baktığında kalbini görebilir mi? 



1 Mart 2011

blogger

Bu yazıyı okuyabildiğinize göre bloga ulaşmışsınız demektir. Ama ulaşamayabilirdiniz de... Bugün yarın ulaşamayabilirsiniz. Tamamen erişim engellemelerinden dolayı. Fakat maalesef buna tepki gösterecek modda değilim. Bilin diye söylüyorum. link

27 Şubat 2011

istanbul, a kare b planı

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak oldu tam. Güneş çıkınca sıcak olsa da güya yağmurdan ve soğuktan kaçtım, burada daha dondurucu bi soğuk varmış meğersem. Ama evim evim güzel evim:)
küçük adam ve babası
    
       ''Matematik bilmeyen de giremez.''
Aslında hemen tüm okulların kapısında görünmez bir kalemle yazıyor bu. 
Matematik bilmiyor olmak değil belki ama matematiği unutmuş olmak çok üzücü. Zaten çok iyi biliyor olmasan bile yapabildiğin şeyleri yapamadığını fark ettiğin an hafif bir suçluluk duygusu kapılıyor insanı. Kimin yaşı kimden büyük, iki araç ne zaman karşılaşmış, uzun zamandır ilgimi çekmeyen fakat sevdiğim konulardı. Ama hiç taktik insanı olmadığım için pek çok taktik ve tekniği unutmuşum ne yazık ki. Arayı düzeltmeye çalışıyorum şu günlerde. Çünkü özlemişim...

B planımı anlattığım zaman bir taraf zor/gereksiz ve saçma buluyor. Bir tarafsa en az benim kadar heyecanla 'ne güzel olur' diyor. Ben de temkinli ama istekli adımlar atıyorum. 

Son günlerde bütün kitapçılarda en çok rağbet gören kitaplar 'hürrem sultan, padişah anneleri'' ve benzeri konulardaki kitaplar. Satışları bilmem ama insanlar büyük bir merakla inceliyor. Ben de hayretle onları...

17 Şubat 2011

yol şarkıları vol.1

uzun yolda, hatta uzun kısa hemen her türlü yolda dinlediğim favori bir parçam vardır. bu özelliğiyle olmasa da sevdiğimi bilen bilir de bilmeyene de söylemem. öyle de kıyamam bazı şeylere:)
ama son zamanlarda şu şarkı bu havalara uygun olmasa bile yaz havası yaşatıyor. pek bi havalara giriyorum, hayallere kapılıyorum dinledikçe...

13 Şubat 2011

bu kızı üzersen karşında beni bulursun!

her kızın bunu diyecek bir abisi/arkadaşı/kuzeni filan var mıdır? ya da sadece karikatürlere bile malzeme olmuş bir klişe midir? yoksa çok arabesk bir söylem midir? öyleseyse şöyle buyrun:

''istanbul döver seni sen beni üzersen''

sertap'ın istanbul' şarkısından... bu şımarık tehdit karma felsefesinin bir yansıması gibi duruyor. istanbul'un yapabileceklerini düşününce öyle olmasa da yine de masum ve sevimli...

ha bir de şu var; ''istanbul sever seni sen beni seversen''

benseniyirim!

3 Şubat 2011

bir tatlı nüans

işe yeni başlayan eleman için bilgisayar kurmakla, işe yeni başlayan eleman olarak bilgisayarın kurulmasını izlemek arasında çok fark varmış... öyle böyle değil...

1 Şubat 2011

o la la barcelona!

son bir yıldır bu başlık içimden geçiyordu sürekli. şuraya yazdığım anı canlandırıyorum güzümde. fakat kurgusu şu ankinden çok farklıydı. ben barcelona'da ispanyolca şakırken mutluluk saçan gülücüklerimle süsleyecektim satırlarımı. hem çalışıp hem eğlenip hem dil öğrenecektim. ama bugün itibariyle hayallerimin son kullanma tarihi bitmiş bulunmaktadır. aslında şansım bitmese de gün geçtikçe şevkim azalıyor. o yüzden ikinci bir emre kadar olduğum yerde sabitlenmek en doğrusu.
benimle birlikte heyecanlanan, çeviri için elleri klavyede, el sallamak için havada bekleyen arkadaşların da hevesini kursağında bıraktım. ama kader kısmet vesaire...

31 Ocak 2011

...sonra

'' bazı şeyler o kadar değersiz kalıyor ki o kadar olur.'' dedim.
'' e o kadar olur! '' dedi.

29 Ocak 2011

karar vermek

o kadar zor ki bazen... her iki taraf da aynı derecede ağır basarken.
siyah mı beyaz mı? doğru mu yapıyorum yanlış mı? iyi mi olacak kötü mü? sezgilerimle mi hareket etmeliyim yoksa mantığımla mı? saatlerce günlerce düşünürsün. aslında içten içe bir taraf ağır basar da bazen ama su yüzüne çıkmaz. ammavelakin iş dünyası zaman tanımaz pek... ve bir anda kararını verirsin. küt diye söylersin. ve hangisini seçersen seç, diğer şıkkı asla bilemezsin.

ama reddetmenin rahatlığı, hiç bilemeyeceğin bir durumu merak etmekten, içinde ukte kalmasından daha mı önde bilemiyorum...

24 Ocak 2011

rastlantılar ve espresso...

bugünlerde etrafımda garip bir enerji dönüyor sanki.

kaybettiğim şeyler geri geliyor. çocuk gibi seviniyorum. küçük bir çocuğu seviyorum sonra. takılıyorum gördün mü acaba kaybettiğim şeyi diye. çocuk 'aa bu muydu' diyor. ki olayla hiçbir alakası yok. alıp getiriyor bulduğu yerden. şaşırıp kalıyorum. eskiden olmuş yanlışlıklar ortaya çıkıyor. siyah değilmiş de, lacivertmiş mesela... ama lacivert olması çok şey değiştirebilirmiş. bunun gibi bişey... diploma notum yanlış yazılmış, ben üniversiteye o yanlış notla girmişim meğersem.. bilmem ki ne değişirdi.
***
bindiğim taksici eski edebiyat öğretmeniymiş.
dedim ki acelem var görüşmeye geç kalıyorum.. sonra başladı önerilerde bulunmaya. bak şöyle, bak böyle...   tek bi eksiğini/yanlışını gördüm dedi sonra ve haklıydı da. o da malum sesimin ayarı:) sonra gittim, görüştüğüm kişi de aynı şeyi söylemesin mi ! :) dedim ki, gelirken taksici de bunu söyledi. edebiyat öğretmeniymiş de... (gülüşmeler, gülüşmeler...)
dedi ki; sormadın hiç?  aa evet nasıl oldu dedim. ben birinden bi'şey rica etmişim. sonra başka biri de ondan bi'şey rica etmiş. ricalarımız kesişmiş. nasıl bi tesadüf, nasıl bir kurguysa...
***
uzun yıllar önce bir e-dergide yayınlanmış hikayedemde geçen bir cümleyi, şimdilerde en sevdiğim dizide duyunca 'nasıl yani' dedim. hikaye de artık tarihe gömüldüğü için çıkarıp bakamadım ama hafızamı zorlayınca hatırladım ki çok benziyormuş meğer. böylelikle öyle bir hikayem olduğunu ve bir daha geri gelmemek üzere yok olduğunu fark etmiş oldum. pek de severdim oysa ki...ama biraz zorlarsam şu bumerang hadisesi bunda da vuku bulur belki.;)
hikaye demişken... artık o tip şeyler yazmıyorum. hatta neredeyse hiçbir şey yazmıyorum. ama içimden çok şey geçiyor. hepsini hayalimde kurguluyorum film için. ama sadece yolda giderken ve uyumak üzereyken. dolayısıyla bitmesi biraz zaman alıyor:) fakat hemen hemen iskeleti oluştu diyebilirim. geriye küçük boşlukları doldurmak kaldı. sonra da bir kenara atıp bırakmak...
eski bir arkadaşım vardı. hiç yetenekli olmasa da çok üretken bir sinemacı. o ve onun gibilere benzememek için...
***
* yazarken empati yeteneğimin daha güçlü olmasını dilerdim. yerinde olsam nelere 'öfff amaa' derdim. bilmek isterdim...
not1: espresso bu yazının hiçbir yerinde olmasa da her yerinde... 
not2: espresso sevmem.

22 Ocak 2011

...

''Adın geçti. Gözlerimi kaçırıp üzerine bir yudum su içtim. Artık böyle, bazen böyle...''

16 Ocak 2011

büyümek


kendi evinin olmasını hayal etmektir bazen...
kendi seçtiğin koltuklar, kendi mutfağın, sevdiğin renkler, objeler, detaylar vesaire...

6 Ocak 2011

acıyı tatlı söyleyen

Küçük yuvarlak bir masada oturuyoruz karşılıklı. Ben sana olan biteni anlatıyorum, hafiften kaşınmaya başlıyor yüzüm. Bilmezsin; bu içtiğim şey alerji yapıyor bana. Ama umursamıyorum. Gülümsüyorum gözlerimi silerken... Henüz akmayan bir göz kalemi bulamadım. Parmaklarımın ucunda siyah lekelerle işaret ediyorum: bak şu gördüğün Galata Kulesi. Bazen çok konuşuyorum. Bazen fazla anlatıyorum. Ama sen hep dinliyorsun. . Dost acı söyler ama sen acıtmadan söylüyorsun. Anlatacak çok şeyim var ve öğrenecek çok dersim. Zaman hiç yetmiyor. Gece oluyor, sabah oluyor, günler geçiyor... Anlamakla, anlatmakla bitmiyor. Heyecenımı, sevincimi, üzüntümü  yaşayıp aynı heyecanla anlatıyorum... Bana katlanmak zor olsa gerek.

Küçük yuvarlak bir masada oturuyoruz karşılıklı. Masada bir fincan bir şişe var. Ben kahve içiyorum. Böyle yerlerde kahve içmek çamuru sulandırıp içmek gibi... Sanırım sonbahara girmek üzereyiz.. Ürpermeye başlamışım erkenden. Bazen fazla konuşuyor, bazen fazlaca susuyorum. Sen de daha az karşı koyuyor, daha az soru soruyorsun. Çünkü zaten her şeyi biliyorsun. Karşı savunmalarım daha güçsüz, daha az sesli. İnandığım pek çok şey beni terk etmiş. Ama yine de umudumu yitirmiyorum. Belki diyorum öyle değil de böyledir. Hala içten gülümseyen bir yanım var. Ve bu defa daha az akıyor makyajım fakat kalem aynı kalem... 

Küçük yuvarlak bir masada oturuyoruz karşılıklı. Masada iki fincan var. Bu defa adam akıllı kahve içmek için seçmişiz burayı. iki filtre kahve dedim, sütsüz olsun. Hava beş derece. Senin geldiğin yerlerde kar varmış. Bana da getirseydin ya azcık... Artık heves kırıntılarıyla idare ediyorum. Hemen hemen hiç konuşmuyor, içimden bile bir şey düşünmüyorum. Düşünmek dediğim şeylerse hayatımı devam ettirecek düzeyde minimal şeyler. Sana da ne anlatsam bilemiyorum. Zaten her şeyi biliyorsun. İkimizin de söyleyecek sözü kalmadı artık. Anahtar kelimelerimiz var sadece. Ben en çok ''zaman'' diyorum sense ''kader''... Her şeyi konuşmuş, her şeyi anlamış oluyoruz böylece. Gücüm tükense de umudum tükenmiyor. Zaman ne çabuk geçiyor. Gece olmadan gündüz olsun, akşam olmadan gece olsun isterken ben... Kahvelerimiz daha çabuk bitiyor, makyajım hiç akmıyor. Akmayan göz kalemi buldum sonunda. Ama şimdi de makyaj yapmayı unuttum.

Küçük yuvarlak bir masada oturuyorum tek başıma. Masada bir fincan kahve, bir de şehir rehberi... 



5 Ocak 2011

...

koku hafızası... gecenin şu saatinde adını bilmediğim bir parfüm getiriyor burnuma.  insan ne ince ince acılar çekiyor hayret...

1 Ocak 2011

bir ocak seyir defteri

yeni yılın ilk sabahını benimle seyreder misin?
ne seyredeceksin bilmem ama yalnız olmamam lazım. çünkü uyanık kalmam lazım. ve zihnim bişey izleyemeyecek kadar yoğun, gözlerimse bişey okuyamayacak kadar yorgun. ama bi şekilde uyanık kalmam lazım. kaptan değil miyim?  

saat 03:03
nöbetteyim.
evde herkes uyuyor. biri uyanık kalmalı. benim de gözlerimden uyku akıyor ama uyuyamıyorum. tüm öğleden sonra olanlar aklımdan geçiyor. film izler gibi... 'keşke duyar duymaz gitseydim, keşke bi'şey olmamıştır demeseydim' diyip duran içsesi susturamıyorum. sonunu etkilemese de umursamazlığıma sövüyorum.

saat 03:09 olmuş bile
takvimden başka bi'şey değişir mi?
yapma o kadar da umutsuz değilim.
sadece çok umursamıyorum. ama her şeyin yenilenme hissini ve ihtimalini önemsiyorum.

03:14
içeri girip durumu iki kelimeyle özetledim... içlerinden biri her nedense söylediğimi tekrarladı ve güldü. tamamen şu şekli aldım: ?!?

03:30
her şey bi' anda değişir..
ama bi'şey yok.
sadece biraz üzüldüm. çokça telaş ettim. 
anladım. bir kez daha, biraz daha anladım.

03:36
''Üzgünüz... Biletinize herhangi bir ikramiye isabet etmemiştir.''       
piki:( 

03: 48 
bold'lar gerçek zamanlı. diğerleri o an aklımdan geçenler.. 

03:55 
Orson Welles 2 yaşındayken yetişkin bir insan gibi konuşabiliyor, 3 yaşındayken her şeyi okuyabiliyor, 5 yaşındayken Shakespeare'in oyunlarını ezbere biliyormuş. bunu da gerçek zamanlı öğrendim.

04:10
gözlerim kapanırken uykum açılıyor.

04:32
2007'nin ilk günü başka bir şehirde misafirdim. tatil ya da seyahat sayılmazdı. ama günün sonunda 3 kızkardeş bir otelde hava muhalefetleri nedeniyle mahsur kaldık. daha doğrusu otele sığınmak zorunda kaldık. hayatımda o kadar korkunç bir fırtına, öyle bir yağmur görmemiştim. bütün gece dizdize oturup dışarıda uçuşan şeyleri dinledik.. bi yerlerden kopan tahtalar, çatılar, arabaların alarm sesleri... hepsi birbirine karışıp gerilimi güçlendiriyordu. nihayet sabah oldu. ne yağmur dinmiş, ne fırtına durulmuştu. sadece biraz hafiflemişti ama artık gitmek lazımdı. en güzeli de hava aydınlıktı! yola çıktık... ama hava koşulları peşimizi bırakmıyordu. bulunduğumuz vapur bir o yana bir bu yana yatarken, araçlar üzerinden devrilmek üzereydi. insanlar araçlarını tutarken tek hatırladığım şey son duamı ediyor olduğumuzu düşünmemdi. 
insana hayatı öğreten, olgun ve akıllı biri olmaya süren talihsizliklerle dolu bir yolculuk ve denizin bizi yutmak istemesinin ardından karaya ayak basınca derin bir ohh çektim. ve eve geldiğimde bir değil birkaç yaş büyümüştüm.  

04:50
bir şarkı geçiyor aklımdan ama söylemem. her aklından geçen söylenmez;)

04:57
nöbet dediğime bakma... neyse ki her şey yolunda...

5:10
sabah oldu, ben de uyuyabilirim artık. gözlerim acıyor. 

günaydın istanbul kardeş, good morning vietnam, goodbye lenin...

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi