30 Ekim 2009

...

aklımdaki soru işaretleri kalbimde cirit atınca canım fena yanmış olmalı ki ''gözyaşlarımızı bitti mi sandın?'' dedi sanırım içimde bir yerler...
bu cümle sayfalar ve saatler sürebilir. derin izleri olabilir, üzerinde yaşlar olabilir. ama bunu yazmayacağım.
şimdi bak havai fişekler patlıyor aşağıda... belki üstümüzden bir kuş geçer, belki de gökten üç elma düşer; üçü de benim başıma. biri aklımı geri getirir, biri kalbime iyi gelir, biri de bi işe yaramazsa afiyetle yerim... olamaz mı olabilir...
***
aklı birkaç karış havada bir yazı oldu farkındayım ama ipi elimde ve ayakları yerde. yani fazla uzağa gitmiş olamaz... merak etmeyiniz.

sana dün birazcık tepeden baktım canım istanbul

Fener alayı benimle alay etti. Neden bilmem ama yoktu öyle bir şey! Fakat tam orada olduğum saatlerde havai fişek gösterisi vardı. Bir tripodum olmadığı için pek şahane kareler yakalayamasam da güzel bir deneyim oldu. Fakat yalnız olmadığım için bunu yalnızlık rehberi açısından değerlendiremeyeceğim.

26 Ekim 2009

...

***
''Nefesimi tutmuş gibiyim
Kaça kadar sayıyoruz?''
***

23 Ekim 2009

kara mizahtır... ironi de olabilir, olmayabilir de...

''insan hayatta bir kişiye ihtiyaç duyar. o varsa gerisi önemli değil, o yoksa gerisi hiç önemli değil.''
dedi bir okuyucu-arkadaşım bugün. ben de bu söze bayıldım. acıtan bir cümle, acı bir gerçek. her ikimiz için de ''o yoksa'' durumu geçerli olduğundan, bunu kabullenip unutuyoruz! ve bu yüzden geri kalan 'hiç önemli olmayan' şeylere gerçekten hiç önemli değilmiş gibi davranmak amacıyla biraz aptallaşmaya ve yüzeyselleşmeye karar verdik. biz artık maria değiliz, raif efendi hiç değiliz. bu durumda tecahül-i arif olabiliriz. yani anlayacağınız üç maymunu oynuyoruz bundan böyle.

editli notlar...
* maria ve raif efendi için yine yeniden bkz: kürk mantolu madonna.
* ama yine de bu üç maymunluk ne kadar sürer bilemem. en fazla üç vakte kadar çöker bu sistem bence! :)

22 Ekim 2009

heavy metal aşkına...

müzik çok çok ilginç bir olgu gerçekten.. çok az türde müzik dinleyenleri anlayamıyorum günden güne, büyüdükçe... nasıl tek çeşit gıda ile beslenemiyorsam, tek veya bir kaç çeşit müzikle de ruhum beslenmez. hepsi başka bir yanımı doyuruyor çünkü. ama hiç yemediğim yemekler gibi hiç dinleyemediklerim de var tabii...
uzun zaman sonra metalik şeyler dinleyince fark ettim şimdi. bir yerlerde unuttuğum kapılar açıldı. üstelik hiç de karanlık değil. oh be! :)

16 Ekim 2009

durgun sular

Hafif bulutlu içim. Ama bu defa sebebi her zamanki şeylerin önüne geçti gibi. Sabaha karşı, hemen hemen boş olan hastanenin soğuk ve karanlık koridorlarında dolaşmak ve beklemek iyi gelmedi... Böyle anlarda zaman duruyor. Başka bir boyuta geçiyor insan, başka bir zaman akıyor kendi içinde.
Sonra tahliller, röntgenler filan ne stresli, ne can sıkıcı şeyler, sebepleri ve sonuçları ciddi olmadığı hallerde bile.

ki bunlar ne ki? hiç...

...

Selçuk Erdem'in aşçılık okulu. Bana okul yıllarımı hatırlattı.:)

13 Ekim 2009

acı

''acı geçiyor
acı geçiyor
acı elbette geçiyor
acı çekmiş olmak geçmiyor.''

* Kemal Varol

zamanlardan ve olaylardan bağımsız bir 'alıntı'..

11 Ekim 2009

kaynak göster bence

''Aksi belirtilmedikçe tüm yazılanlar ledorita'ya aittir. Kendi kendine zırvalıyor buralarda. Ben olsam bu saçmalıkları izinsiz alıp kullanmazdım.''

9 Ekim 2009

anna karina

*please full view

Kadın eşittir Monica Bellucci'dir onu biliyoruz. Ama bu kadın Anna Karina, yıllar yıllar evvel masumiyetin, güzelliğin ve karizmanın adını koymuş sanki. Şimdi bu kadar mükemmel görünmeyebilir ama böyle bir fotoğraf arşivi var, daha ne olsun! Hem gördüğünüz gibi son derece güzel fotoğraflanmak da ayrı bir şans olsa gerek.

Hmm kıskançlık kokusu mu aldınız? Yok canım...

7 Ekim 2009

...

''yüzüğümün içindeki zehir;
iki cümle, dili zifir.''

ledorita

altyazılar - son -

(seriyi hatırlamak için önce buraya göz atabilirsiniz.)

***
ve öptüm, öptüm, öptüm seni... her defasında sonmuş gibi... her defasında, bir daha olmazsa diye doya doya... 'bir an' varsa bize ait olan, onu sonuna kadar yaşamalıyım diye.
baktım baktım baktım... yüzünün en ince detaylarını kazıdım zihnime...
bir gün artık görmezsem, solmasın hafızamda diye.
dinledim hep ve düşündüm düşündüm...
seni övgüyle anlatanlara kulak kesildim. gözlerim doldu.
biraz daha sevdim sevdim sevdim seni
ama hep yenildim ve gittim.

***
ledorita-Ağustos 2009, 'Kuzey'den..'



6 Ekim 2009

hmmmm

“kaderin size bahşettiği şeylere belli bir mesafede durun ki istediği zaman onları rahatça geri alsın hayat, sizden koparmasın.” *

seneca

5 Ekim 2009

duygusal çemkirmece

''nasıl oluyor da, karşısındakini bu kadar iyi anlayan bir insan, onu bu kadar kırabiliyor?''
gerçekten anlaşıldığı için, anladığını bildiği için 'kırılma eşiği' düşüyor olabilir mi insanın? yakınlarda bahsettiğim kitapta dediği gibi ''o bile böyle yaptıktan sonra...'' ''o bile..'
'Allahım, çok ilkel düşünüyorum ama özümüz de bu değil mi zaten, neyse diyorum ki, neslimizi sürdürmekse eğer asıl amaç, aşk meşk mevzuları şart mıydı yani? biz asıl amacımızı unutup kırmızı kalpler filan çiziyoruz, binbir türlü şey icat ediyoruz? şiir yazıyoruz mesela, şarkılar gırla... blog filan bulduk, sayfalarca saçmalıyoruz? bir cümleyle dağılıp, bir öpücükle toparlanıyoruz. ya da tam tersi... özlüyoruz bir de en kötüsü...
bu mudur yani olay?

peki uzayda aşk var mı? yoksa bi füze tasarlatıcam.

yabani ve şaşkın ördeğin öylesine notları...

* 'Beklemek' üzerine konuşunca şöyle bir sahne geldi gözümün önüne, sanki kuliste rolü gelsin diye bekleyen oyuncularz. Hepimizin sırası gelecek ve sahneye çıkacak. Oyununu oynayacak... Asıl olan o sahne çünkü.
ve ama John Lennon'ın meşhur sözünü hatırladım sonra. ne kadar haklı...

* Geçen hafta, kurs kaydı için gittiğim üniversitede şaşkın ördek gibi üç beş insanın arasında gideceğim binayı ararken, şurası olabilir mi ki acaba diye yaklaştığım dev gibi binanıın kapısında küçücük 'erkek yurdu' tabelasını son anda görünce rotamı hızla değiştirdim. Neyse ki kimseye belli etmeyecek kadar da soğukkanlı davrandım ve küçük çaplı bi utanç halinden kurtuldum. Yazıyı görmeseydim ve içeri girmeye kalkışsaydım yüzümün alacağı kırmızı tonları düşünemiyorum bile:)

* Bu haftasonu da, işte o kursun başlaması nedeniyle bulunduğum, çoğunluğu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu okul ortamı bana her nedense öğrencilik yıllarımı filan hatırlatmadı. Bambaşka bir yer ve bambaşka bir şeyi çünkü bu. Tam anlamıyla 'bir garip' hissettim. Sanki uzaydan düşmüş gibi ya da yıllarca bir yerde kapalı kalmış da dünyaya yabancılaşmış gibi. Kış uykusundaymışım da uyanır uyanmaz kalkıp gözlerim şiş bi halde okula gitmişim gibi... Herkes de bunu biliyormuş gibi... öyle gibi böyle gibi... kısaca; pek bir değişmiş ve büyümüş buldum kendimi. Hiç olmadığım kadar 'kendime has' olmuşum. (elbetteki çok subjektif.)

Başkalarına gelince; herkes pek bir heyecanlı. Herkesin eğitim ve kariyer telaşları var. Planları var büyük büyük. Kendine güvenler en tepelerde. Herkes en iyi ve en çok bilen. Bu noktada ben nerdeyim bilmiyorum. O kış uykusundan uyanmış, gözleri mahmur halimle '' ee nerde kalmıştık?'' der gibiyim. Heyecanlarımı, telaşlarımı ve planlarımı hafızamda ve daha derinlerde arar gibiyim, bulmak üzere gibiyim.

* ve ikiye bölünüyorum her zamanki gibi.. aklım karmakarışık ama yine de dupduruyum hala...
---
''hadi ordan, yabani ve şaşkın ördek olur mu ?'' demeyin.. olur... :)

3 Ekim 2009

zincirleme gülümseme tamlaması

''otobüsteydim. yolda yürürken kendi kendine gülümseyen birini gördüm. dudağının kenarındaki gülümsemeyi nasıl saklayacağını bilemiyordu. kendime bakar gibi oldum. böyle göründüğüm anlarımı anımsayıp gülümsedim. yanımdan başka bir otobüs geçti. biri bana baktı. otobüste kendi kendine gülümseyen biri oldum.''

2 Ekim 2009

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi