31 Aralık 2012

the dark side of the moon

Biliyordum. Bitirdiğim şeyleri. Anladım, gördüm. Unutmaya çalışan birini. Unutulmaya çalışan birini iki dudağın arasında. Kapılar vardı demirden. Hapishane kapıları. Sadece sen istediğin zaman, istediğin kadarını gösteren. 

Her şeyi anlayıp her şeyi kabul ettiğin anlar vardı. İşte umursamazlık orada başladı. Canımız acıdıkça mı başladık etrafımıza dikenli teller örmeye? Sırtımızda zehirli oklarımız da hazır. Ben acı çekmişsem, dünyanın geri kalanı umurumda değildir. Kırdığım kalplerin, yıktığım hayallerin sesini duymam. Görmem, bilmek istemem. Bir tek kişiyi kaybetmişsem ya da hiç kazanmamışsam eğer; dünyanın geri kalanını umursamam.

Dünyanın geri kalanındayım bir yerden bakınca ben ve bir yerden bakınca da oklarım sırtımda.

Hadi şimdi aşka inancımızı yitirelim. Ne kalmışsa hepsini değersiz kılalım. Kadınları anlaşılmaz yerlere koyup erkekleri genelleyelim. Şanslı insanlara imrenmeyelim de başka dünyaya aitlermiş gibi bakalım. Mutsuzluğumuzu sevip yüceltelim. Canımız acısa da sessiz kalalım. Unutmak için sevişelim ya da öldürmek için. Ya da her ne ise onun için. Kalplerini kıralım kadınların ve bundan gurur duyalım. Adamlara yenilelim. Vazgeçmişken istemekten üstelik, bir kez daha yenilelim.

Yine de anlamını biz bilelim sadece. Dışarıdaki dünyaya inat devam edelim.

Sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşayalım işte. İşe gidelim, kahve içelim. Bir şarkı açalım. Trafiğe küfredip hayaller kuralım. Ve gözlerimizdeki ışıltıyı kaybettiğimizi anlayalım bir toplantının ortasında. Boğazımızdaki düğüme bir yudum su içelim. Onlara içelim. 

Hayat bu. Bu böyle deyip yaşayalım hadi. Her şeyi tadalım güzellikle. Bir nefes daha çekelim. Biraz daha içelim.

Hiç yorum yok:

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi