31 Ekim 2012

ve şimdi yine durgunluk...

handikap

Pazar günü çok tuhaf bir şey oldu. Üçüncü sınıf Amerikan filmlerini özledim. Donut yiyen şişko polisleri, ''hey dostum senin sorunun ne ha?'' klişelerini ve film zencilerini.. neden özlediğim belirsiz.

Yin Yang'ın rüyamda çok tuhaf formlarda sahne bulması bana bir işaret mi, yoksa bilinçaltımın oyunu mu yine? Bunu anlayabildiğim gün, sanıyorum hiçbir şey değişmeyecek.


Şu an işte olmak istemiyorum. İşte olmak, istediğim en son şeylerden biri. Keşke böyle günlerde dışarıda olmak için iyi bahanelerim olsa. Çıkıp sinemaya gitsem. Kimseyle tek kelime etmeden film izlesem. Saat 14:30 olmuş bile. Bundan sonrasının adı ''yavaşlık'' (pazartesi)

  Dün fal baktım. 

Kendimize ait küçük odacıklar var ve onları bazen çok yakın gördüğümüz insanlara açıyoruz. Sonra o küçük odacıklar büyüyüp büyüyüp bütüne katılıyor. Görünür oluyor, sırrı kalmıyor, gizlenemiyor. Bu blog gibi, orası gibi, senin de saklanmaya çalıştığın yerler gibi..
Falımdan çıkıp her şeyi anlatır gibi görünürken ben, o küçük shot bardağına sakladığım tonlarca şey vardı.

Ne olduğumu bilmediğim, bir sürü etiketler, tanımlar, görevler ve bomboş ve dopdolu saatlerle geçen çalışma hayatım, kısa bir aranın ardından yine aynısın lan! aynı masa, aynı koltuk aynı dört duvar. bir tek duvardaki saat yanlış. onu da geri almaya üşendik. belki bir gün saat henüz 6 iken, ''aa saat 7 olmuş'' deyip çıkabiliriz. ve yaklaşık 5 dakika sonra da evde olursam kimse beni  geri çağıramaz. ikea ürünü müyüm ben?

Adını Feride koyduğumuz tablo figürü Feride, yanında yaptığımız sohbetlerden dolayı cani bir seri katil (tuhaf haberler/ korku filmleri ) ve iddaa tutkunu olacak. Bir elinde kanlı testere, bir elinde günün iddaa kuponu. 
Made in P.D.

Günün yorgunluğunun üstüne yarım doz işler güçler izledim. o esprileri takip edip gülecek kadar çalışkan bir beynim yoktu.

neyse uykum geldi. ve bunu çok tatlı rüyalarla kutlamalıyım. jetgillerden yeni bir rüya makinesi aldım ödünç. ve 'jedi olmak' adlı kategoriyi seçeceğim. bakalım ne saçma..

uyumuşum. bu yazının 4. günü. evet 4 günlük bir serüvene şahit oluyoruz. acaba jedi olmak rüyasıyla ilgili ne diyecektim dün gece? belirsiz.

 bu sabah, söylememem gereken bir şeyi, kendimi tutamayıp söylemiş olmanın verdiği sıkıntı da olmasa ciddi ciddi mutlu bi gülümseme olur yüzümde.

yapay veya gerçek, topuklu ayakkabı ve etek giymiş bir kızın özgüveni kimsede yok.

23 Ekim 2012

ofiste müzik

Ve nihayet akşam olup sessizlik çökünce ofise, yavaşça müzik açıyorum.. hiç aynı şey olmuyor. yanından bile geçmiyor. eski bi şarkı açtım şimdi. ve kulaklığımı taktım. o hissi yakalar gibi olursam zamanda yolculuğu bulmuş olurum.

evde müzik

nihayet yalnız kalıp müzik dinleyebildiğim ve uykuya düşmediğim günün en mutlu anları.. yağmur filan da var. (su çok güzel gelsene') şimdi biraz lacrimosa. ardından belki bir parça puccini. her şey biraz karanlık da olsa onlar öyle güzel..

21*23

cumartesi sabahı 9:18 gibi evden çıktım. 10:08 'de ajansın önündeydim. fakat tam da tahmin ettiğim gibi ajans henüz açılmamış, bahçedeki köpekler bile uyanmamıştı. yine erkenci olduğum günlerde yaptığım gibi, beklemek üzere starbucks'a doğru yol aldım. o starbucks şubesi benim için artık bekleme salonu oldu.

kahvemi içerken tam karşımda çiçekçi kız duruyordu. en fazla 5 yaşında. uzaktan baktım. yanıma geldi. ''sen niye öyle baktın?'' dedi. nasıl bakmıştım acaba? ''çok tatlısın da ondan'' dedim. telefonuma baktı, kolyeme baktı, sordu sordu.. ojelerine baktım. ne renk bunlar dedim. pembe dedi. yarısı çıkmış kırmızıydı. sonra yanımdan gitti. karşı masadaki ''naber sıla?'' dedi. adı sıla'ymış.

kırk dakika geçcti. bir latte, iki karanfilliden sonra artık gelmiştir diyip ajansa geri döndüm ve yine kapıda kaldım. aradım. uyuyakaldığını ve 20 dk sonra geleceğini söyledi. orada bekleyemezdim. yine starbucks'ın yolunu tuttum fakat elimdeki kahve halen bitmemişti. soğuk bişey istedim bu defa fakat sabahın 11'inde soğuk bişey gitmedi. aynı masaya oturdum ve bir black daha içtim. sıla beni görmedi.

aradı. geldik biz dedi, gittim. yarım saat süren bir toplantı için 1 buçuk saat beklemiştim. önemsemedim.
dönüşte kabataş'a geçecektim. vazgeçtim. beşiktaş motoruna atladım.

**
akşama doğru yoruldum. ve biri yolda olmak üzere iki saat arayla başımın sol tarafını bir yerlere çarptım. buzdolabının içine düşsem de çıkarken dikkat etmem gerekiyormuş.adeta hücrelerin yerinden oynadığını ve sonrasında hafif bir salaklaşma hissettim. sol beynim iptal oldu. sadece sağı kullanarak yaşadım. o buzdolabı kapağı yüzünden yavaş yavaş aptal olacağım kimse fark etmeyecek.

fakat sonra zihnim yerine gelmiş olacak ki bugün epey bi çalıştım. sağlı sollu kroşeler attım.
pazartesi sabahına patron memnuniyetsizliği ile başlamak gibisi yok. motivasyonu sıfırlayıp iş hızını ikiye katlıyor.

hava hafif serinleyince, henüz yaz sonunda aldığım ceketimi giydim ilk defa. çok sevdim. birlikte çok güzel günler göreceğiz bebeğim!

şimdi ise gitme vakti..



18 Ekim 2012

bu cümleyi seviyorum

"if you think you understand quantum mechanics, you don't understand quantum mechanics." 

17 Ekim 2012

işler güçler

''Bizim sitenin ürünlerini yüklerken tüm cool imajına rağmen bir lovemarkım daha olduğunu bir kez daha anladım. ben dahil yurdum kızları ''mango'da geçirilen zaman'' üzerinden değerlendirilmeye devam ederken; ben markamla aşk yaşıyorum. fakat uzaktan. ve her kıskanç aşık gibi paylaşma korkusu içindeyim. lütfen buralara gelip de kimselere yar olma. orada öyle iyisin.
tüm bunları hissederken hafif de olsa bir utanç duymuyor değilim. fakat ilham da alıyorum aynı zamanda. nasıl lovemark olunur gibi sorular soruyorum kendime. cevaplarını ararken de onlarca rengim varmış da ben yine sadece siyah beyaz film çekiyormuşum hissine kapılıyorum. yersiz bir his olduğunu bile bile..

kendi markam için tüm renkleri kullanmaya çalışırken; aslında kendimi sana hazırlıyorum ant. zamanı geldiğinde beni yanına almalısın bence. ''





16 Ekim 2012

wtf?

her şey çok acayip.

Bu sabah kahvaltı yapmadım. pek yapmadığım bir şeyi yapıp güne kahveyle başladım. dün gece çalışırken yediğim bir paket çizinin tuzları halen midemi yakıyor. (9:18)

Gönderdiğim dosya %48 lerdeyken bi anlık kopan internet yüzünden tekrar başladı. sevgili wetransfer, bence ''devam edeyim mi patron?'' gibi bir seçeneğin olmalı. bu kadar başına buyrukluk olmaz. şimdi yine kalan süre 2 saat dersen, canım sıkılır. midem alev almak üzere. ( 9:32)

Liseli sıfatından yeni çıkmış bir kızın not defterine bakıyorum. hiç anlamadım; bu lisedeki ''sırtımdan vurdu, arkadaş kazığı'' tripleri nasıl oluyor? ne yaşıyorsunuz olum siz? (9:51)

Şirketteki çay saatlerine Ferdi eşlik ettiğinden beri pek eğleniyoruz. Ferdi. Bir Joan Miro tablosu figürü. Adını bir cuma günü kulağına ezan okuyarak koyduk. Yemekhanede tüm reprodüksiyon haliyle asılı duruyor bir aydır. Her gün hakkında konuşacak bir şey buluyoruz. Bazen sohbetimize eşlik ediyor, bazen konu kahramanı oluyor. Yüzündeki o acı ifadeyi her duruma uyduruyoruz. Sayesinde ofiste sadece o anlarda yüzüm gülüyor. Fakat bugün yaptığım araştırma sonucu Ferdi'nin aslında bir ''little girl'' olduğunu öğrendim. Bu acı gerçeğin ofisteki yansımalarına henüz şahit olamasam da büyük hayal kırıklığıydı! (10:00-10:20)
(edit: bugün 10:12 adını Feride koyduk.)

Patronum; ''şunu şunu yap, şunu böyle güzel yap, hiç acele etme, rahat rahat çalış. çok iyi yap'' dedikten iki gün sonra; ''onlar önemli değil, asıl iş şunlar bunlar'' dedi. Hak vererek cevab verdim! (11:17)

İşten eve uğrayıp üzerimi değiştirip çıkmam 10 dakikamı aldı. paha biçemedim! (11:50)

Zorunlu alışverişten keyif almaya çabaladım. (13:00-16:00)

Kahvaltı yapmadan hamburger yemek olmadı. (13:35)

Hastane insanları.. Hepsi birer hikaye, hepsi bir macera. 80'lik teyzenin 60 yıllık eşine olan aşkı hepimize ayar oldu. (17:00- 20:30)

Termostan dökülen çay elimi yaktı. (20:32)

Eve dönünce eve dönmüş gibi olmadım. (21:00)

TTnet'e saydırdım.

Tost yaptım. Afiyet oldu. (22:--)

Bizim modeli Best Model'da izledim. (23:--)

Acıkmasaydım iyiydi. (2:02)

Sadece 5 buçuk saat sonra ofiste masamda giyinip süslenmiş(?) halde oturup çalışıyor olacağımı düşünüyorum... düşünüyorum... ı ıhh olmuyor. gel biz ona tahayyül edemiyorum diyelim de anlam kuvvetlensin. (02:28)

Yorgun olduğum halde uykumun olmadığı günler bir garip. Havalar da öyle. (2:34)

Üç dakika içinde uykum geldi.

02:56'yı gördüm.

6 Ekim 2012

adım bile yalan söylüyor.

sebebini hiç bilmedim. anlarım ama bilemem. sorsam anlatmaz. anlatsa kırılırım.
adım bile yalan söylüyor.

o

uzak durur, yakın bakar.
en yakınındaki bile. anladım.

4 Ekim 2012

tarifi

Kendini tanıyamadığın anlar oluyor. Her sabah odaya girdiğinde, masana otururken, günaydın derken.. Bambaşka birisin artık. Çay içerken konuştuğun seyler birkaç başlık altında.
Her seyin arasında ince bir çizgi var. Hangi taraftasin ya da bi tarafta mısın bilemezsin bazen. Bir yerde papatya olsan bile sen, başka bir yerde kaktüs gibi görünebiliyorsun. Eskiyi özleyen insana bu yüzden acırım.

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi