31 Aralık 2008

Seni Günlere Böldüm

Yeni yılla ilgili yazmamak için tüm gün direndim ve evet yazmıyorum aslında. Yeni yıldan hiçbir beklentim yok zira...  Sağlık, başarı vs. vs.. dışında...2008 in benim için tek kelimeyle özeti; ''yalnızlık''...

ve birkaç kısa notum:
* İlk önce olmazsa olmaz dostum, abim Fepaden'e;
iyi ki varsın'larım tükenmez sana...hep hayatımda ol, bi yere kaybolma tamam mı? 

* belki de artık çok geç olsa da, yeni bir adım var benim ; 'uzak fırtına'... 

* ve sen...sana bişey demiyorum...susarak anlatma'lara sığınıyorum artık...ve bir de;

Seni günlere böldüm, seni aylara
Daha yıllara, yüzyıllara böleceğim
Ve her zaman söyleyeceğim ki beni anla
Böyle eskitilmiş de olsa bu kalbi
Minesi çatlamış bir diş gibi durduracağım karşında.
Şiirler söylenir, şiirler biter
Biz bu sevdayı neresine sakladıktı sen ona bak da
Kahverengi avuçlarına mı gözlerinin
Tam oradan mı kahverengi yağan bir aydınlığa.

Bütün günler yenileşir her bekleyişte
Ve bütün dünler, bütün geçmişler
Kapını açarsın ki bir de, hiç kimseler yok
Çaresiz, benim sana gelişim de hep böyle.

Dün akşama doğru turuncu bir bulut geçti
Sonra bütün bulutlar hep birden geçti
Anılar, anılar, belki hepsi bir kelime.


26 Aralık 2008

yarım kalan

seni üzgün gördüğümde ölecek gibiyim
aşk olmamalı bu!
aşkta kıskançlık bir adım önde olur.
üzüldüğüne üzülüyorum
garip bir sevgi bu
şefkat var içinde
içimde, gözlerimde, gözlerinde
canın yansa canım yanar
ve canım yansa canın yanar
biliyorum hala...
seni mutlu gördüğümde de ölecek gibiyim
peki kıskançlık değil de ne bu?
seninle ölüyorum, sensizken ölüyorum....
çünkü ben...
ben seni hiç kimsenin...
seni ben hiç kimsenin...
....
....
yok olmaz yarım kalmalı bu cümle
söylenmemeli zamanı gelmeden
ama
seni hiç kimsenin sevmediği kadar...
yok yok
yarım kalmalı bu şiir de
her şey gibi
ben
seni
hiç kimse
....


ledorita

24 Aralık 2008

uyan

''ve ben senin başka bir yanınım... kabullenemediğin, teslim olamadığın, 'yok olmaz' diye reddettiğin,' 'ah bee' dediğin o yanına aitim... içindeki o başka sen'e... yani öyle sanıyorsun. aslında; görünen, görünmeyen, bilinen, bilinmeyen ve senin bile farkında olmadığın sen'lere aitim ben...çünkü hepsini tamamlayan, hepsini iyi tanıyanım...ben de hepsiyim çünkü...çünkü öyle...biliyorum!

bunu kabul etmek ya da etmemek... kaderi(m)izi) değiştirecek olan bu!''

20 Aralık 2008

cumartesi notları II

* fotoğraflar ürkütücüdür bazen...çünkü anı'laşır..anılar geçmişte kaldığının kanıtıdır..bazen, acıtır.. rengi de çoğu zaman sarıdır sanki...

* ve ben yağmurlu, kahve kokan, loş ışıklı ve sonbahar'da biriyim...

mutsuzluğumda ve huzurumda...

ama 'ateşler yakarım parmaklarımla ve sana şarkılar söylerim kalbimle'* deniz'im yosun kokar tüm tazeliğiyle... kırmızılar kuşanır, beyazlara bürünürüm, ateşlerde yürürüm....mutluluğumda.

* oysaki mutluluğum, beni mutsuz ediyor. çünkü yanlış yerde yeşeriyor.

* ardına saklandığın kapılar değişiyor, sen değişiyorsun, ben de değişiyorum..her nasılsa, bir tek aşk değişmiyor!...

* kelimeler yaşandıkça anlam kazanıyor.. bunu fark edeli çok oldu, daha önce söylemiş miydim?

* duvarlarım var evet ama, hassas yerlerini fark edene yıkması çok kolay...yine de aldanmamalı, çünkü içerde binlerce görünmez savaşçı var.

* tek başına bir masada oturup, yoğurtla makarna yerken korunmasızlığına, saflığına, incinmişliğine üzülen gözü nemli kız. o hatırladığın kız çocuğu kadar safsın ve aptalsın!

17 Aralık 2008

gitmelere...

''Belirli bir yol arayan kişi için en büyük tehlike : o yolu bir yerde durarak, 'bakarak 'arayabileceğini (hatta, bulabileceğini) sanmasıdır çünkü, yollar bulunmaz: yürünür; yerlerde ise, olsa olsa, durulur onlar, bulunur; artık, yürünmez ...''


Oruç Aruoba

11 Aralık 2008

Pencerede Bekleyen Kadın Olmak

Caddeler sakin, hava ılık... Şehrin ışıkları yansıyor cama... Evlerin ışıkları, sokak lambaları, araba farları...Kadın pencerenin kenarında duruyor öylece...Yere kadar uzanan bir camdan, hafif aralanmış perdenin kenarından bakıyor dışarı. Ev sessiz, sıcak ve birkaç mum ışığı aydınlığında...
Kulağında 'un bel di vedremo'... Sonunun madame butterfly gibi olmaması için dua ediyor kadın. Ve bekliyor...
e aspetto gran tempo e non mi pesa,
la lunga attesa.

Birazdan köşeden çıkıp gelecek ve pencerede gördüğü kadınına gülümseyecek çünkü adam..
'e uscito dalla folla cittadina'

pencerenin kenarında, ondan önce eve gelmiş, güzel yemekler yapmış, herşey gibi kendini de o'na hazırlamış, gelip yüzünü güldürmesini dileyen, o'nda dinlenmeye mahkum, yalnızca ona bakacak ve görecek, onunla konuşacak ve onda susacak, onda kaybolup ona varolacak bir kadın..seni senden çok sevecek bir kadın...

Huzur, sevgi, aşk denince, evlilik denince gözümün önüne gelen sahne budur. Her şey bu sahneden ibarettir çünkü... Bu kadar basittir. Birçok şeyi vazgeçilebilir kılabilir. Birçok şeyi göze aldırabilir, her şeye anlam katabilir... yeter ki istesin...

ilham:
Bir anda, başlığını görür görmez gözlerim doldu ama bir yandan da yüzümde garip bir gülümseme vardı okurken. Aynaya bakıyormuş gibi hissettim kendimi.
Haşmet BabaoğluPencerede bekleyen kadınlar

3 Aralık 2008

...

Bu benim hayatım mı, yoksa kurtulmam, kaçmam gereken bir şey mi? Bunu anlamak bu kadar zor mu? Bu kadar kör müyüm?

eğlen güzelim

bu nasıl güzel bir şarkıdır böyle! 

''düşün düşün aşamıyorum engelleri
varamıyorum yanına çarelerin
yıkıl duvar göremiyorum enginleri
gidemiyorum bırakıp uzaklara

bir ağlarım bir gülerim
sanma senden vazgeçerim
alışamam inan yokluğuna

eğlen güzelim gününü gün et
ben vazgeçmişken eğlen
karaları ben bağlarım
sende vakit çok erken''

29 Kasım 2008

cumartesi notları

* Pazar günlerinden çocukluğumdan beri nefret ederim. Ertesi günkü okul hazırlığı, ütülenen önlükler, o zamanlar çalışkan bir öğrenci olmadığım için yetiştirilmeye çalışılan ödevler, evde börek ve balık kokusu... Pazar demek bunlar demekti o dönemlerde. Şimdiyse kendime ait tek günüm. Ne yapsam acaba diye düşündüğüm 24 saat...bu yüzden öğrenciyken,  'cumartesi çalışılan bir işte aslaa çalışmam!' dediğim için çok pişmanım! yarım gün de olsa en sevdiğim günden saatlerim çalınıyor yahu! Ama yine de şikayetçi değilim tabii. En azından sevdiğim bir işim var çok şükür... 
(bkz: patronun blogunuzu okuma ihtimali) hahah çok mu çakalım ne?:) 

* Kendi kendimi eğlendirmeyi çok seviyorum. Şu an yaptığım gibi. Bir başkasına hiçbir şey ifade etmeyen küçük şeylerden mutlu olmayı...Bu lükse yeniden sahip olmaya başladığım için de mutluyum...  

* Bugün, muhtemelen bir turistin yere düşürdükten sonra, tinerciye kaptırdığı şapkasını geri alma çabasına şahit oldum. O nasıl bir manevi değerdir ki, paralar teklif edilir, tinercinin naapıcam olum al paranı geriye deyip, bereyi kafasına geçirmesi üzerine polislere gidilir... 
Sonuç ne oldu göremedim ama turistin polislerle birlikte yürürken, adamı ikna etmek üzere olduğundaki gözlerindeki ışıltıyı gördüm... 

* * imaj değiştirmek istiyorum. saçlarımdan, renginden, giyim tarzımdan fena halde sıkıldım. 

* '' canım'' sevdiğim ve çok güzel bir kelime.. ama noluur yolda bir şey sorduğunuz birine teşekkür ederken kullanmayın. bu kadar hoş bir kelime, lafın gelişi olmamalı. 

* yolda bir şey sormak dedim de; geçen gün bir adres ararken yaşlı bir amcaya - yardımcı olmak istediğini hissedip- 'buralarda bir hastane varmış, migrosun arka tarafında?' dedim. amcam tüm tatlılığıyla ' şimdiii bu taraf kuzeyse, bu taraf güney...'' diye başlayıp ' sen okul okudun dimi? diye devam eden, oldukça ilginç, mantıklı ve tatlı yol tarif etti (daha doğrusu elimizdeki veriler üzerine eğlenceli tahminler yürütmek diyelim) O günün en güzel anıydı sanırım...

* iki yıldır görmediğin birine, bambaşka gözlerle bakmak... çok garip... ve değişim kaçınılmaz...

* birine, 'seni seviyorum'  demeyeli yıllar oldu. ama 'birini'  seveli de yıllar oluyor. bu ne yaman çelişki böyle! 

*  apocalyptica- ruska kadar 'yollara' yakışan bir şarkı daha bilmiyorum. beni tanıştıran fep'e minnettarım:)

* ve Pinhani... bambaşka bir dünyadan sanki... zamansız ve mekansız... 

* Haşmet Babaoğlu'nun Pazar Notları'nı okumayı çok seviyorum...   
Keyif çayım ve yanında pazar notları... 

ve 

peki neden cumartesi? bir sebebi yok... sadece canım istedi...istediği sürece de yazacağım... 



27 Kasım 2008

25 Kasım 2008

mutsuz punk



"ah" dedi "senin durumun fena"
"ah" dedi "kalbinde bu neyin acısı?"




yasemin mori

16 Kasım 2008

kararlar, filmler, müzikler ve...

Ayrıldığı sevgilisini aldatmamak için cebine gazete kağıtları doldurup dışarı çıkan adamın hikayesini anımsıyorum.


'O gün'den beri, yani hayatımın tüm renklerini, seslerini, kokusunu , anlamını değiştirdiğinden beri, yalnız dolaşmaya alıştığım caddelerde, kitapçılarda, sana gelen yollarda, kimse beni görmesin, ben kimseyi görmiyim diye yürüyorum artık. Baktığım, gördüğüm her yerde ve her şeyde 'sen' olsan da...Benden bunu istemen bir yana, ruhun bile duymadığı ve evet delilik dahası aptallık olduğu halde... En acıttığın, kızgın, kırgın, ümitsiz ve vazgeçmiş olduğum zamanlarda bile...
Ama gün geliyor ki; artık gözüm kararıyor ve 'yeminimi bozuyorum'. Bozduğum halde olmayacağını bilerek.. Bana açılmış sevgi dolu kollar düşüyor aklıma... İyi ve kötü yanlarım savaşıyor... Olur diyorum, olmaz diyorum, evet'ler hayır'lar kapışıyor birbiriyle.. ve gözümü karartıyorum sen bana yine umursamaz gülümsediğin o an'da... Sonra çıkıp gidiyorsun. Ben o hırsla alıyorum telefonu elime...O'nun adını buluyorum rehberden. Arıyorum. Ama bir yanım da aradığım numaraya ulaşamasam keşke ya da keşke duymasa, açmasa diyor...Fakat ulaşıyorum, uzaktaki ses; 'iyiyim canım sen nasılsın' diyor. 'iyiyim ben de' diyorum. Sesim tedirgin ve yabancı kendime... Amatör oyuncular gibi söylüyorum repliklerimi... Kendin bile inanmamışsın söylediklerine, karşındaki nasıl inansın diyorum. Yapaylığımdan utanıyorum.
Birkaç soru soruyorum o'na ve cevapları ne olumlu ne de olumsuz oluyor. Ama olumsuzları duymak işime geliyor, gerisini düşünmüyorum... Ohh diyorum sessizce, seviniyorum. Sonra çözüm yolları, alternatifler sayıyor ama umursamıyorum bile...
Sonuç olarak; olmuyor...gitmiyorum, gidemiyorum...yapamıyorum...

Yine aptal, yine aşık, yine sadık, yine saf oluyor aynadaki karşılığım...

***
ve sonra kendimi uzak'birinin yanında değil, sinema salonunda buluyorum o akşamüstü.

Tam da beklediğim anda; '' Ben ayrılmak istiyorum!'' diyor adam... Yapamayacağını anlıyor, bunalıyor, korkuyor, kaçıyor... Sıradan ve zaman zaman rahatsız edici bir hikayeyi müthiş bir biçimde anlatan filmde bir ayna buluyorum pekçok kişi gibi...müziklerinde çarpılıyorum, kayboluyorum... kadere olan inancımın bir kanıtını daha buluyorum... Hislere, sezgilere, 'söylenmeyene', satır aralarına olan inancımı...ve hepsinin binlerce kez olduğu gibi, bir kez daha, söylediklerini duyuyorum. Biliyorum geçecek. Bitecek tüm 'karın ağılarım'. Daha az ağlayıp, daha az üzüleceğim. Canım daha az yanacak adını duyduğumda... Kokun burnuma gelemeyecek ama, ellerime dokunuşunun nasıl olduğunu, teninin sıcaklığını bileceğim ama hep biraz 'mesafeli' ve 'yarım' kalacak... Başka yerlerde, başka hayatları yaşarken biz... Bildiğim, inandığım, bana güç veren, kalbimi ısıtan bir şey olacak; senin 'o adam' olduğun... senden sonra, neler ve kimler olduğunun adı, önemi, anlamı olmayacak... hep bir yerde bir parçasını bırakmış yarım kalacağım... ve bir gün karşılaşır da konuşursak eğer; 'iyiyim' derken gözlerimi kaçıracağım belki, yalan söylediğimi anlamaman için... ama nafile... anlayacaksın...bileceksin... çünkü hep bildin...

ve biliyorum hikayemiz böyle olacak...eğer istersen...
***
Not: Film: Issız Adam
Müzikler: daha sonra...

5 Kasım 2008

başlangıç ve bitiş

Bugünü yazmalıyım... okuduğum, yazdığım, yaptığım hiçbir şeye konsantre olamıyorum... o nedenle yazdıklarım ve yazacaklarım tatsız ve keyifsiz olabilir... ama yazmalıyım bugünü...

Yeni bir hayat başladı çünkü bugün aramızda. Minicik bedeniyle mışıl mışıl uyurken gördüm bir kaç saat önce... öpemedim henüz, koklayamadım... teyze olmak...hmm... henüz tam olarak bilmediğim ama öğreneceğim bi duygu...

Balkan bebek,

hediye gibi geldin hoşgeldin...


***

ve bi'şeyler bitti bugün... eğer tüm işaretler, hiç kimselere anlatmadığım rüyalarım, tüm duyduklarım ve hissettiklerim, inandıklarım... eğer ki senin 'o' olduğunu söylüyorsa yine de... zaten zamanı gelecek bir gün demektir...

vazgeçsem de yenilsem de... ne kadar uzağa gitsem de / gitmesem de/ gidemesem de...
hep içimdesin...benimlesin... ama yine de şimdi öyle hafifim ki... öylesine...

4 Kasım 2008

özür

Fep'e...

Süslü cümlelerim yok...

Kırdım seni hem de çok...ve üzdüm, haksızlık ettim, kızdım belki de biraz.
Ben at gözlükleriyle toz pembe bulutların ardından dünyaya bakarken, bana göremediğim yerleri anlatan, sessizliğime dahi kulak veren seni, sadece ayna tutan değil, aynanın arkasındaki sır'ları ve diğer tüm yansımaları gösteren seni, dostum'u, tüm hırçınlığımla kırdım ve üzdüm! Bundan hiç mi hiç hoşlanmayacağını bile bile; 'özür dilerim'... çünkü buna hakkım yoktu.. üzgünüm:(


***

anlat bana her şeyini!
acılarını,sevinçlerini
ve içinde kalan her şeyini!
istersen önce,
acılarından bahset bana...
bahset ki;
ortağın olayım bir dost gibi.
belki nasıl davranman gerektiğini söylerim sana,
belki de ağlarız birlikte
sessiz ve derinden...
belki de sana sıkıca sarılırım
sözcüklerin bittiği her yerde.
istersen sevinçlerinden de bahset
bahset ki;
anlayayım acıların seni yıkmadığını
nasıl direndiğini ve nasıl yok ettiğini...
istersen aşklarından da bahset bana...
bahset ki;
birlikte analım tüm anıları.
yeter ki anlat bana her şeyini!
arzularını,hislerini
ve tüm tutkularını...
birde seni anlat bana.
anlat ki... anlayayım içindeki beni
anlayayım ki... anlatayım seni nasıl sevdiğimi...

sanki sen'den gibi...

* murathan mungan-anlat bana

3 Kasım 2008

Kayıp Son Gün

Evettt geldik bir buçuk günlük kafa izninin bittiği güne. Bir pazartesi daha yine işimin başında, aynı noktadayım.

Dün, sabaha karşı yattığım halde yine normal bir saatte kalktım. Aferin bana!
Sonra evde tembellik mi yapsam yoksa çıkıp işe yarar bişeyler mi yapsam bilemedim. Zaman geçti...geçti.. ve dışarı çıkmaya karar verdim.
Gün boyu en iyi yaptığım şey fotoğraf çekmek oldu. Bir ara; volkswagen kardeşliği gibi, makine kardeşliği hissiyatıyla tanımadığım biri bana gülümsedi. Ben de ona gülümsedim:) Günün en güzel saatlerini böyle yiyip bitirdim işte..

Sonra eve döndüm fotoğraflarla uğraşırken gece yarısı oldu. Ve fark ettim ki uzak kalmak istediğim şeylerden uzak kalmak bir yana, daha da yakın oluyordum sanki. Hep böyle olmadı mı, olmaz mı zaten? Yoksa benim beceriksizliğim mi bu? Bilemedim ki..
Belki de kaçtığım şeylerin üzerine gitmeye başlamışımdır.

ve sonra ve sonra ve sonra...sonrası dopdolu, sonrası boşluk...

***
Bu kadar basit şeyler anlatma sebebim; aslında her şeyi basite indirgemeye çalışmak istememden... Geçici bir durumdu. Normale döneceğiz efendim.
Esen kalın.:)

1 Kasım 2008

Kayıp Bir Gün II

Ve bakalım 'hayattan izinli' ikinci günüm yani bugünüm nasıl geçti?


Dün gece uyku tutmadı. Sabaha karşı 4'te kalktım bilgisayarı açtım. Müzik dinleyemedim. Nette dolaştım. Sonra sıkıldım. İçim uyuyor ama gözlerim kapanmıyordu. Gözlerim yanıyor ama kapanmamak için direniyordu sanki. Velhasıl kelam uyumuşum. Ama sabah uyanmam zor oldu tabii.

Herneyse uzun uzun anlatmayacağım bugünü çünkü uzun bir gün değildi. Gerçi gün ve yaşananlar halen devam ediyor...

Yerine daha zarif bi kelime bulamadığım için 'kanka' diyeceğim kişi tarafından bilmemkaçıncı kez daha ekildim. Hadi ekilmek demeyelim de... Yok yok ekilmek diyelim çünkü demezsek eğer diğer alternatifleri daha derin ve ciddi yerlere gider... ( ama arkadaşlar iyidir. dimi? ) Herneyse işte bu sebepten dolayı tek kişilik planlar yapmam gerekiyordu. Aslında dünden planım hazırdı ama o planı gerçekleştirecek istek ve güce sahip değildim bu sabah.

O nedenle yapılabilecek en iyi şeyi yapmak üzere evden çıktım.
Merak ettiğim ve şimdiye kadar çoktan izlemiş olmam gereken eski bir filmi aramaya başladım ve çok aramadan buldum, aldım, geldim, izledim ve beğendim.

Ve sonra yine sabahki ve şuanki gibi nette dolaştım ve bunun için de kızdım kendime. Yapmak istemedğinin şeyleri niye yapıyorsun kızımm?? dedim ses vermedi.

Öyle işte.. Kendi hayatınızdan izinli olduğunuzda yapılabilecek en iyi şey başka hayatlara girmek, onları izlemek, düşünmek anlamaya çalışmaktır. Ve aynı zamanda kendiniz adına bir çok şeyi tekrar başka gözlerden görme şansımız olur böylece...
Bunlar bildiğiniz şeyler zaten.

Birazdan o meşhhuurr yemeğimi icra etmek üzere mutfağa doğru gideceğim. Bir çeşit terapi bu da...


ve sonra bir film daha...


edit:

- meşhuurr yemeğim o kadar güzel olmadı çünkü içine sevgimi katmadım. evet!:)

- ikinci filmi izlemek yerine dizi izledim aferin bana.

- güya kaçıp saklandığım biri var...kaçtıkça yine yeniden çarptığım... hayır yanlış yöne mi doğru konuşuyorum bi anlasam...

-bir de hiç ummadığım bi anda ce! diye yüzümü güldüren bi adam var. ben kendimden vazgeçsem o vazgeçmiyor. filmlerdeki 'şştt hadi toparlan' diyen omzunda ağlanılası dostlardan yani.. vay be diyorum. ne mutlu bana:)
-

31 Ekim 2008

Kayıp Bir Gün

Önce yollarda kayboldum.
Ortaköy-Bebek yolunda kayboldum. Beyoğlu'nda kayboldum. Sonra bir yerde oturdum ve kendimi buldum.
Önce sevdiğim bişeyi kaybettim. Aklım hala yerindeydi. Sonra sevdiğim şeyi feda ettim saydım kendimi, kalbim de yerinde kalsın diye. Sonra sağda solda gereksizce oyalanırken zamanımı kaybettim. Ben dolaştıkça aklım allak bullak oldu. Karşıdan karşıya geçmek bile zor geldi. Hangi yöne gideceğim bile aklımı kurcalıyordu. Korktum. Sonra sevdiğim bişeyi daha kaybettiğimi anladım eve dönüş yolunda. Bir kez daha kendime şaşırdım. Aklım allak bullak oldu. Kortkum.



***

Sabah erkenden uyandım. Dün geceden gitmeyi kafama koyduğum yere gidebilmem için bir an önce evden çıkmam lazımdı. Ama yapamadım. Uykuya, yorgunluğa yenildim, yorganımı çektim yüzüme...gözlerimi kapadım, uyudum, saklandım...

Sonra biraz geç de olsa kahvaltı için, aklıma koyduğum başka bi yere gitmek üzere hazırlanırken şirketten defalarca aradıklarını gördüm. Bi rahat yok dedim ister istemez. Sonra fotoğraf makinemi de alıp evden çıktım. Aslında yapmamam gerektiğini bildiğim halde cep telefonumu kapadım. Daha doğrusu çevrimdışı modu varmış, onu öğrendim:) Yolda saçma sapan bişeyi kafama taktım ve yaklaşık 2 saat keşmekeşin içinde dolaştım. Bir yandan hadi ne duruyorsun burda git işine bak derken, bir yandan da halen şuursuzca dolaşıyordum. Ve sonra çantamda asılı olan, çok sevdiğim yeleğimi, muhtemelen mağazalardan birinin kabinininde unuttuğumu fark ettim. Geri dönmedim. Bir giysi için uğraşamazdım, uğraşmadım. ilk kaybım bu oldu. Sersemledim, bu kadar mı şaşkın, şuursuz olabilir bi insan? Bu mudur halim yani?

Sonra bunu unutup kahvaltı için gitmek istediğim yere doğru yola çıktım. yol biraz uzun sürdü. Güya gün boyunca fotoğraf çekecektim ama sadece birkaç kare çektim. Hiçbir şey çekici gelmedi çünkü. Saat 14:30 Bebek'te hayal ettiğim kadar sakin olmayan yerde oturup tost yedim, çay içtim. Boğazı izledim, denizi izledim, güneşin suya yansımasını izledim... Bir şey ifade etmedi. Etraftaki insanları izledim. Kadınlar grup halinde gelmiş, laflıyorlardı. Yalnız olan sadece bendim. Bir de bir ara göz ucuyla gördüğüm arka tarafta oturan ünlü bir reklamcı. (ne ironik:))

Sonra sıkıldım ve diğer kaybolduğum yere gitmek üzere yola çıktım. Öğrenciler okuldan çıkmışlardı. Onları izlerken kendimi gördüm. Ne kadar yorgunmuşum!

Ve en çok kendimi kaybettiğim an'a geldim. yer yön duygumu kaybettim adeta. Karşıya geçtim. Yanlış tarafta olduğumu anladım. Sonra geri döndüm ve işte bi şekilde Taksim'e vardım. Kalabalık! İnsanlardan kaçarken insanların ortasındaydım. Aferin bana! Sonra bir yere gittim ve bişeyler içtim.

Kalktım. Başka bir yere gittim kahve içtim ve biriyle sohbet ettim. Anlattım, anlattı.. yükümün ne kadar ağır olduğunu bir kez daha anlayıp, hafifledim!...


Eve geldiğimde kısa bir film bitmiş gibi hissettim. Ve şimdi de anlatıyorum. İzlemediğim filmleri bu denli ayrıntılı anlatanlardan hoşlanmadığım halde...

ve son. yeter. bitti.


Kendinden kaçmayı denemek aptallık tabii ki. Ama yine de tedbil-i mekanda ferahlık var mıdır diye denemek lazım. Belki vardır. Sen farkında olmadan o mekanda yüreğinin de ferahladığını hissedersin belki?
Bir önceki yazımda yazdığım o adam'ın dediği gibi... ''senin şuran dar, göğsün sıkışıyor gibi oluyor şimdi. ama önce kalbini, göğsünü genişleticeksin, rahat olacaksın.'' Mümkündür belki de olamaz mı?

30 Ekim 2008

Kaçış

- Karşımda böyle acı çekerek ağlama, beni de ağlatacaksın şimdi, dedi adam. Karşısındaki küçük kızın gözyaşlarının şımarıklıktan değil de taa derinlerden geldiğini görerek.
- Özür dilerim, sizi üzmek istemedim, dedi küçük kız çaresiz ve güçsüzce.

Kız ağladı, arada güldü.. sonra yine ağladı...

Karşısındaki adam kıza kocaman sihirli bir ayna tutuyordu. ''Kendine bak, kendini gör, bak ne kadar güçlüsün, iyisin, güzelsin'' dercesine duydukça hem utandıran hem sevindiren bir sürü güzel sözler...

Ama iyileştirmeye yetmezdi, yetmedi.




16 Ekim 2008

bu işte...

sınanıyoruz...

hepimiz zaman zaman, dönem dönem...türlü türlü.. bazıları hiç farketmiyor.. bazılarıysa farkediyor ve tercihler yapıyor, cevaplar veriyor..düşünüyor...direniyor...

sınanıyorum...

ve biliyorum... önüme bi sürü şey çıkarıyor hayat. diğerlerinden daha kolay soru(n)lar belki.. ama yine de öyle zor ki... ve belki de bunlar sadece bir ön hazırlık... zor engeller çıkarıyor ve çıkaracak.. biliyorum.

direniyorum...karşı koymak için uzak duruyorum. başarılı olmak için çalışıyorum... güçlü olmak için, güçlü olmayı öğreniyorum. yetinmeyi bilmek için, ruhumu dizginliyorum. daha çok inanmak için, inanıyorum...

sınavlar var önümde... ve ben hiçbir şey bilmiyorum!
kağıdım karalanmış, kağıdım bomboş, kağıdım paramparça...
"yaşamında, genel çizgilerinde,
üç tür şeyle karşılaşacaksın:-

1) gelip geçmiş şeyler.
2) gelip geçmemiş şeyler.
3) gelmeyip geçmiş şeyler.

bütün 'şey'lerin, geçmiş ya da geçmemiş,
ya da hiç geçmemiş olacak.'' *

*oruç aruoba

12 Ekim 2008

yarası saklı

''hala çok yeni
yarası saklı derinde...'' *

***
geçen yıl bu zamanlar duyduğum o iki kelime kulağımdan gitmiyor hala.
O sahne, o hüzünlü ve dumanlı oda... Hiçbir zaman unutmıyım, rengi solmasın, hep zihnimde kalsın diye anımsıyorum ara sıra... senin boğazına bi'şeyler düğümlenirken, benim tek kelime edemediğim, gözyaşlarımı tutmaya çalıştığım o an... bana kalbimdeki yerini hatırlatan, seni
kendimden bile sakındığımı anlatan...en gerçek, en zırhlarından kurtulmuş, en masum halinle, o anı saklamak istiyorum sonsuza dek...

an'ların, anıların hiç gitmesin aklımdan ve kalbimden... sen de gitme...

7 Ekim 2008

alıntılar I

kime çarpsam kendimi
ve bölsem milyarlara
payı sen paydası sen

kime çarpsam kendimi
ve toplasam bildiklerimi
payı sen paydası sen
ağlarım

farzet delsem karanlığı
farzet ki delsem
ışığım sen
güneşim sen
ayım sen

onur akın- ben yağmur yüklü bir bulutum

NOT: alıntılar vs...başkalarının söylediklerine kulak vereceğiz bi süre...

25 Eylül 2008

saklambaç, kilitli kapı, kapı duvar, perdeler vs... ...The End...

'yazmak bazen çok tehlikeli bi'şey''

daha önce de defalarca söyledim ve yazdım bunu.
ben perdenin arkasında içim rahat şarkılarımı söylerken izleyiciler asıl başka yerlerden gizli gizli izlemektelermiş meğer.
' yazma kardeşim o zaman' denir buna dimi? denir... Ama ben okumayı sevdiğim insanlara gidip şunu kime yazdıınnn? neden yazdıınn? demiyorum. ya da vay be neler yaşamış, hmmm bak sen demiyorum içten içe...ve bunları daha sonra kullanmıyorum ona karşı. yaşamamış, kurgulamış da olabilir çünkü dimi?
kaç yıl oldu yazıyorum. hayata dair tespitlerimi(zi), kurmaya çalıştığım güzel cümleleri, bazen 'an'lar' 'anı'ları yazmak için yola çıktım. bazen fazla kişisel oldu bazen fazlasıyla kurgular üzerine...bazen de ara verdim türlü sebeplerden.
ama ilk kez böyle hissettim. sahnede çıplak kalmış bi halde ışıkların üzerine tutulduğu bi talihsiz gibiyim ya da daha başka nasıl tarif edilebilirse öyleyim. anlatmaktan sıkıldım. sorulardan, cevaplardan sıkıldım.
sanki çok gizli ve mühimmiş gibi bilinmesinden pek çok şeyin. ve bilindiğini bilmenin verdiği ağırlıktan yoruldum.
bildiğinizi sandığınız ama hiç bilmediğiniz yüklerin kalbimdeki ağırlığından...

belki de genel olarak hayatla ilgili bişey bu. bilmiyorum...

ama şimdi sessizce saklanma zamanı.

bu kadar açık olmaya görünür olmaya lüzum yok.
duygulara/düşüncelere perde çektik

geçici bir süre kapalıyız.

19 Ağustos 2008

Aşk




Zamanı değil belki. Belki çok erken belki çok geç, bunu şuan bilemiyorum. Gerekli mi, iyi bir şey mi değil mi ondan da emin değilim. Ama belki anlattıkça, kendime uzaktan bakma şansım olur ve aslında sana anlatırken ben de başka bir gözle görür gibi olurum bazı şeyleri. Görür gibi olurum diyorum çünkü o kalıbı kullanmak istemesem de; 'aşkın gözü kördür!' demişler...
Zaten görebildiğim şeyler de ne yazık ki pek iç açıcı değil. Ama ben çoktan sonu gelmiş gibi görünen, ya da bir türlü sonu gelmeyen, gelemeyen ve henüz ortasında bile olmadığımı hissettiğim bu hikayenin en başından söz etmek istiyorum önce. Tanıştığımız günden. Pek ilginç hikayesi olan bir gün değildi aslında. Hatta ilk görüşte aşk diyebileceğim bir karşılaşma da değildi. Birden karşıma çıkmıştın. Hatta çarpışabilirdik bile. Acelen var gibiydi. Ortak tanıdığımız bizi tanıştırdı. Tokalaştık, memnun oldum dedin, gülümsüyordun. Bense aniden kendimi içinde bulduğum bu yerde, henüz kimle tanıştığımın farkında değildim. Ama çok değil kısa bir zaman sonra ben de memnun olacaktım. Hem de çok...

İkinci karşılaşmamızı hatırlamıyorum. Daha doğrusu şimdi gözümün önüne gelen bir sahnede yanımdakinin sen olduğunu çok sonra fark ettim. Sonrası ise kopuk...Aradan kaç gün geçti, neler oldu tam ayırdında değilim şuan, fakat üçüncü olarak hatırladığım şey; aşıktım!...

Kendime itiraf etmem de, bu hikayenin en yakın tanığı olacak kişiyle, yani uzaktaki en yakın dostla paylaşmam da pek uzun sürmedi;

''Aşık oluyorum Serkan.
hem de hiç olmamam gereken birine...''
( ''hem de hiç olmamam gereken birine..'' Bunu o gün çok da bilinçli söylediğimi sanmıyorum, ama şimdi anlıyorum ki geleceği görmüşüm meğer)

O kopuk zamanlarda yaşananları küçük sahneler halinde anımsıyorum bazen; kimisi net değil, kimisi daha dün gibi. O güne dek hiç hissetmediğim şeylerdi benim ayaklarımı yerden kesen, aklımı alan... Hayranlık, zaaf, mutluluk... Bunlardı, Aşk'tı seni her gördüğümde elimde ne varsa yere düşüren, kontrolümü kaybettirip sağa sola savuran. Kalbim çarpmıyordu asla, çarpamıyordu... Bacaklarım da titremiyordu. Kısa süreli bir felç geçiriyorlardı belki. Belki değil hayır, eminim bundan! Seninle ortak bir alanda olmamızın sebebi bambaşka şeyler de olsa , hatta sebebi olmadığında da; karşı konulamaz bir çekim alanına giriyordum ve yine kendimi hayır gitmemeliyim desem dahi - ki pek de demiyordum- yine senin yanında, orada buluyordum... Zamanın durduğu, dünyanın sadece o andan ve ikimizden ibaret olduğunu düşündüğüm yerde... Uzaktan nasıl göründüğümüzü düşünmüyordum; çünkü hiç hesap kitap yapmıyordum ben. Sadece seviyordum... Belki de ilk kez aptalca değil ama içimden geldiği gibi davrandım. Başka türlüsü imkansızdı, başka bir seçenek yoktu çünkü. Yine de körü körüne bir aşk değildi bu. Mantığın ve kalbin uyuştuğu bir hikayeydi. Yani mucize gibi!... Hayatımın mucizesi, hayatın mucizesi! Asırlar önce kaybettiğim, ve o gün, o merdivenlerde çarpışmak üzereyken bulduğum diğer yarım!..
Tüm kriterleri, hayalleri alt üst eden, beni değiştirip, saflığımı masumiyetimi, gerçekliğimi, 'ben'i geri getiren, diğer yarım!
Ama...
Görünmeyen engeller vardı sanki hep...Kelimeler ortaya atılıyor, cümleleri kurmayı karşı tarafa bırakıyordu sanki herkes... Sen ve ben, ne iyi ne de kötü cümlelerin sonuna nokta koyamamış iki beceriksiz aşıktık! ( Ahh ama hayır sen aşık olmazdın oysa ki, aşık olan sadece bendim)
Her şeye gücüm yetermiş gibi benim, bu çelimsiz, kırılgan halimle, kahramanlığa özeniyordum. Eyleme dönüşmeden de olsa her şeyden sakınırken seni, saçının teline zarar gelecek olsa, bi'şey canını sıksa, bi an düşünmeden, her şeyle savaşacak kadar seviyordum çünkü...

Ama tüm bunlar yetmiyordu.
ve sen günden güne kaçıyordun...
Belki de sadece bir zamanlama hatasıydı.

Evet belki de tüm mesele buydu ve sen sırf bu yüzden bazen kolay olanı seçtin.
Yarı yolda elimi bıraktın... (diyorum ama belki yolda bile değildin. Hepsi benim sanrımdı, belki!)

Her zaman, her durumda düşünceli ve ince davranan sen, bir gün yine uzun uzun konuşurken bana başka birinden bahsettin. Sana nasıl baktığımı gördüğün halde...Bunu neden yaptın bilmiyorum. Ya acıtmayacağını düşündün, ya da acıtmak istedin. Bilmiyorum. Ama ben adeta nefes alamadım. Başka hiçbir şey değil. Nefes alamamak.. Bir düşün? Ne demek?

Belki de bitsin diyeydi tüm bunlar... Ama ben hep...
Düştüm yaralandım, acıdı yer yanım, ama zor da olsa ayağa kalktım. Elimden tutup yardım etmemiştin oysa. Okyanus kıyısındaki o evdim işte. Dalgalara göğüs geren, yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkan. Sen dalgalarınla beni boğuyordun, bense yılmadan yüzmeye çalışıyordum.
Günümü aydınlatan da, gecemi karartan da sendin çünkü...

Her şeye rağmen...
Hani yaşadığımız bişeyden ders çıkarmamız gerekir ya bazen. Ben şimdi bugün, bu aşkın muhasebesini yapsam zararlı çıkmam asla. Seni tanımak, seni sevmek, gözlerinin içine bakmak gülümserken, sabretmeyi öğrenmek, fedakarlığı öğrenmek... Senden bişeyler öğrenmek!... Tüm bunların yanında senden sonraki sensiz hayatımda bir daha asla mutlu olamayacak olmam çok anlamsız kalıyor.

(Sen, senin dışında kalan her şeyi anlamsız kılıyorsun çünkü. )

Ama yine de...

Korkuyorum.

Çıkmaz sokaklarda kaybolmaktan korkuyorum. Bir gün bana ışık olmazsan diye...
Sen bilmediğim bi yerlerdeyken, ben burda seni beklerken... Bu hep böyle sürüp gidecek diye...


Yorgunum.

Bana 'neyin var?' dediğinde sadece 'canım sıkkın' deyip de 'senin yüzünden aptal!' diyememekten yorgunum.
Her gün yeniden başa sarmasından her şeyin... Her gün yeniden kendimi yenilemekten, her an sanki yeterince sevmiyormuşum gibi bir kez daha sevecek bir yanını bulmaktan.
Seni sevenlerin, sana hayran olanların, peşinden koşanların asla ama asla hissettiklerimi hissedemeyeceklerini bilmekten. Ve ama bunun bir lütuf olmadığını bilmekten...
Mutluluğumun, mutsuzluğumun, suskunluğumun, başarmamın ve başarısız olmamın sebebinin sen olduğunu bilmekten ve buna bir çare bulamamaktan yorgunum...
Soğuk bir sonbahar gününde yolda kulağıma çarpan, 'benim çok dışımda' olduğunu anlatan bir şarkının açtığı yaraları saramamaktan...

Çok yoğun yaşıyorum belki her zaman söylendiği gibi... İstemeden, hissetmeden, tek bir şey dahi yapmadığım, abartmadığım tek şey bu aşk!

Zaten öncesi yok! Daha doğrusu 'varolmam' ve 'yokolmam' seni tanıdığım zamana denk geliyor.
Böyle de çelişkili bir şey işte...

Şimdi tüm bu yorgunlukla, kırgınlıkla, hatta kabullenmek istemesem dahi bir nevi küskünlükle, eşiğindeyim başka bir hayatın. Bir karar eşiği bu! Burda olmalı mıyım bilmiyorum. Bir karar vermem gerekip gerekmediğinden emin değilim. Ama buna daha fazla nasıl ve ne kadar dayanabilirim şüpheli!...

Ve şimdi 'gidiyorum' desem... 'gitme kal' demezsin bundan eminim. Bunu duymayı beklemek aptallık olur. Gitmek istemek de kalmaya devam etmek de aptallık oysa ki! Bir süre önce dediğim gibi... Arada kaldım! Geri adım atsam düşecek gibiyim, ileri atsam önümü göremiyorum!

Araf'tayım...

DipNotlar

Yazının adı küçük bir sır:) Hayatımda gördüğüm ve görebileceğim en güzel film sahnesi gibi... Yaşanan en güzel anlardan biri... Belki bir gün bir yerde anlatırım.

Tema değişikliğini fahri editörümden izin almadan yaptığım için kendimi kınıyorum. Ama siyahlar, fenalıklar, yaz, sıcaklar, içimiz açılsın, kıpır kıpır olalım vs vs...
Saygılar...;)

14 Ağustos 2008

kurtarıcı cümleler

Mademki gönül ehlinin başısın, her şey senin elindedir, her şey senin isteğine bağlıdır. Gönüldeki dizi dizi mana incilerinin meydana gelmesi de, senin lütfun, senin ihsanındır.


Mesnevi-Mevlana

5 Haziran 2008

mirror mirror

Son doğum günümde kendime yeni bir ben almaya* çalıştım. Gücüm yetmedi!..

Başkaları iş görür, ortaya bir takım eserler koymaya uğraşırken, o tümüyle sevgiye adamıştı kendini. Ama çalışmaktan ve yaşamaktan daha fazla güç istiyordu sevmek. *


*INGEBORG BACHMANN

25 Mayıs 2008

Kalbimin Sahibi

Bu dünyaya ait olduğumu anlamam için başka dünyalara gidip, başka hayatlara girmeye ihtiyacım yoktu. Ama kısa bir 'anda' dahi, bir kez daha anladım ki; ben bu dünyaya yani 'sana' aitim. Ve böyle hissettiğim sürece burada yalnız ve her gün yeniden sevmeye uyanarak 'bekleyeceğim'...
kader ve inanç
huzur ve merhamet
olgunluk ve güç
umut ve mutluluk
sabır ve masumiyet
sabır
ve
masumiyet...

Bana daha fazla ne kazandırabilir, ne öğretebilirdin ki?

28 Nisan 2008

hazin'eler...

Artık, eski defterlerin üzemeyeceği kadar, gözyaşlarıyla bezenmiş yeni defterlerim var benim.

Tertemiz, hiçbir iz, hiçbir leke değmemiş, saf ve narin... Ama kapanmak üzere son cümleleriyle buluşan...Unutulmadan, eskimeden, eskitmeden saklanacak olan en derin, en güzel, en görkemli sayfalar...
Sarayın en kıymetli hazinesi olarak saklanacaklar, sonsuza dek...




22 Nisan 2008

özgür ruh... kapıları açılmış, kafesinden çıkmaya çalışan bir kalp... ne güzel şey...

12 Nisan 2008

7 Nisan 2008

“...fazla görünür olduğum için paramparça oldum, dağıldım, ama kalemi tutan sağ elimi buldum ve görüldüğü gibi yazmaya devam ediyorum, çünkü yazdıkça sorumsuz ruhsal öğelerin işgaline uğramaktan geçici olarak kurtuluyorum. kafamı bulmaya çalışmadın bile, nasılsa bana ait değildi. beni gizlemeyi iyi beceriyor, ama benim kafam değil. kendime bir yetişkin suratı uydurdum.”

* emile ajar- pseudo

3 Nisan 2008

ben senin için naptım?
hiçbir şey

peki ben sana naptım?
hiçbir şey

şimdi bu ellerimde paramparça kalmış an'lar niye?

2 Nisan 2008

ama hala, her an var olup da yok olanlara yanıyor kalpler...

27 Mart 2008

...

şimdi, sen olmasan
bi düşün! sen olmasan, bomboş olur dünyam
zifri karanlık..kör adımlar
yolumu bulamam, kaybolurum, tutunamam.
ama ironik ya hayat(ım) varsın ama yoksun da
yoksun ama en çok sen varsın
yokluğunla var ettiğimsin ve varlığınla 'beni' var edenim...
hiç'ten her şey'i yaratıp, her şey den tüm eksileri çıkarıp hiç'liğe ulaştıran
yoksun ama en çok sen varsın
ve iyi ki...


23 Mart 2008


her yol 'o'na çıkıyor... elimde değil... attığım her adımda karşıma çıkıyor...uzakken yakın oluyor, kalbim buz tutmuşken ısıtıyor, anlamsızken anlamlandırıyor, karanlığıma ışık oluyor...


elimde değil...

7 Mart 2008

an ve sonsuzluk

Orda öylece durabilirdim sonsuza dek... Gözlerini ürkek kapamış uyurken... habersizce, sonsuza dek izleyebilirdim seni. Ama uyanma vaktiydi, benim de bu rüyadan kalp sızısıyla uyandığım gibi...

17 Şubat 2008

'i know someday you'll have a beautiful life, i know you'll be a star in somebody else's sky, but why why, why can't it be, why can't it be mine?''

25 Ocak 2008

zaman-masal


Yusuf dedi Züleyha;

''Sevdim seni, seni sevdiysem, bir eşikten geçtiğimdendir. Bir kentin içine düştüğümden ve bir kenti içime düşürdüğümden. Ben ki tüm savaşlarımda hem kumandan hem neferdim. Bu yüzden seni sevdim.

Ve biliyor musun, seni sevdiysem, bütün ruhların yaratıldığı ve henüz ruhlara cesetlerin biçildiği o mecliste, senin yanında yer almış olduğumu hatıramda taşıyor olduğumdandır bu. Bunca kolay terkediyorsam varlığımı senin varlığına o şimşek parıltısı anın anısını gözbebeklerimde saklıyor oluşumdandır.

Bu kadar tanıdık buluyorsam kalbimi kalbine, o ezeli uğultuyu hala kulaklarımda taşıdığımdandır.''

‘’Zaman bir masal gibi geçti. Bir masal bir zamanı kendine seçti.
...

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi