Bazen böyle ruhunuz renksiz olur ya hani. Ne siyaha yakındır ne beyaza. Şeffaf, tarafsız, ne iyi ne kötü. Tatsız değil ama lezzetli de değil. Huzurlu gibi... Benzetmelerinizi bile neye dayanarak yapacağınızı bilemezsiniz ya hani.:) İşte böyle günlerde hiçbir şey yapamamak insana dokunmaz bile aslında. İçinden dışarı çıkmak gelmez evde kalırsın. Evde takılmak bile canını sıkmaz. Dışardaki insanlar ne yapıyor acaba diye düşünüp imrenmezsin.
Odanı ve dolabını toplamayı reddediyorsun önce. Müzik bile dinleyemiyorsun hiçbiri yakın gelmiyor. Sonra film izlemek dahi cazip gelmiyor olsa da daha fazla boş vakit geçiremeyeceğin için bir film seçiyorsun ve bu da pek düşünmeni gerektirmeyecek türden bişey oluyor tabii. Film sonundaki yargın şu oluyor: '' Jim Carry'i sadece Joel olarak izleyebiliyorum!''
Neyse ki; gün boyu abla ile yaptığın muhabbetler dışında bi kanıya daha varıyorsun. Bu da bişey!
Uzaktan bakıldığında bu ruh halinde olmak ne kadar keyifsiz gibi görünse de aslında çok işe yarıyor. Aklındaki tüm soruları, sorunları, içini kemirip duran şeyleri bi kenara atıvermişsin. Bundan güzel bişey var mı? Geçici de olsa bir bu dinginlik iyi geliyor insana.
Bu sebepten dolayı yazman gerektiğini düşündüğün halde yazı bile yazamıyorsun. Rengin yok çünkü neyi yansıtıcaksın? Sonuç olarak da bir klasik olarak 'yazamamanın yazısı' çıkıyor işte ortaya. Ama onun da sonunu getiremiyorsun. Kendimi yukarıda görmüş olduğunuz Yiğit Özgür karikatüründe gibi hissettim. Buralarda bi yerde toparlayıp bitirmem gerek. Neyse bitsin madem. Nokta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder