29 Kasım 2009

hmmmmm..

hiçbir şey yokken. pek çok şey bitmiş gibi görünürken... öyle olsa bile, bunun iyi bişey yaratacağını fısıldıyor içimden bir ses. ona inandığımdan olmalı ki, çok uzun zamandır ilk kez bu kadar yakınım huzur denen nimete... aslında bu durum yazmamı engelliyor. ama yine de bazen bi kıvılcım yetebiliyor ve yazınca her şey yerini buluyor.
adamlar, kahramanlar...
gece yarısı uykuyu kaçırırmış bazen kahraman babalar, üzermiş kızlarını...
ve üzülmek diyince, ikinci adam'a yani aşka uzanırmış rüyalar...

hmmmmm...

bir küçücük aslancık varmış!
kırlarda ko ko koşaaar oynarmış.

28 Kasım 2009

adamlar, kahramanlar I

aynı kahramanı seven iki adam.
hiçbir şey yapmadan bile kahraman
biri kendi gölgesini vuruyor
diğeri henüz yolunu arıyor

bir adam var. en sevdiğim...
sigarasından derin bir nefes çekerken, gecikmiş efkarıyla uzaklara bakıyor. en uzağı kendisi. kalabalık içinde duruyor. mesafeli. günden güne geçmişe dönüyor gibi... bugün duyduğu her sözün, belleğinde bir yerlerde karşılığını buluyor sanki.. ve soyutlanmış sanıyor kendini, uzak tutulmuş sanıyor, yalnız sanıyor...buna inanıyor ve öyle oluyor...
bir nefes daha çekiyor adam sigarasından. hatalarını düşünüyor. hataları yüzünden yıllarca duyduğu öylesine söylenmiş sözleri işitir gibi... şimdi için artık yapabileceği hiçbir şey yokken, sanki suçlu hisseder gibi... suçlu hissettiriliyormuş gibi.. hatta değersiz gibi... olmayacak şeyler gibi yani...

artık sadece diğerlerinin savaşını anlasa bile yetecekken, o savaşta nerede duracağını bilemiyor adam. anlamak istemiyor. anlaşılmak da istemiyor. anlaşılmaz sanıyor. tanımıyorum sanki, sanki hiç bilmiyorum. ilk ve en iyi tanıdığım, anladığım adam bunu bilmiyor. baktığımda içini görebildiğimi bilmiyor. üzülüyor ve üzüyor. varoluşunu anlamsız sanıyor.
ve günden güne kendi yarattığı hassas dünyasına sığınp bir nefes daha çekiyor sigarasından, sonra bir nefes daha... ve geri kalan her şeyi boşveriyor.
bense en çocuk halimle, çeyrek asırlık mazimizle, o boşlukta duruyorum. ve ne yapacağımı bilmiyorum.

23 Kasım 2009

an.

Sıradan denip geçilebilecek bir fotoğraf. Ama nedense takılıp kaldım.

Anna Wolf

20 Kasım 2009

iyiolacakhasta

kendimi tanıyamıyorum aynaya baktıkça... hastalık insanı hem ruhen hem bedenen değiştiriyor. ruhen değiştiğim söylenemez, daha doğrusu ruhumu pek hissedebildiğim söylenemez ama aynada gördüğüm yüze yabancılık çekiyorum adeta. bana ait değil gibi...

midem bulanıyor bazı bazı... ama hastalıktan değil artık. düşündükçe bazen... aynı kuyuya kendi kendimi kaç defa ittiğimi gördükçe bir de... başımın döndüğünü bildikçe orda.. ayaklarım yerden kesildikçe... insan kaç defa yanılır? kaç defa bekler, kaç kez yenilir kendine? daha iyi yenilmek için mi göze alır hep?

içim üşüyor bazı bazı... sıcacık anlar anımsıyorum o zaman.. anı mı dedim. anı geçmişte kalandır değil mi? derece yükseliyor bazen de, o zaman, 'bizden diyorum ikimizden ne kalacak geriye' diye soran şiir dizesi takılıyor aklıma... dönüp duruyor...ardı sıra cevabıyla birlikte... 'birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim' offf diyorum. hayır böyle değil!

***
durup dururken... hiçbir şey hissetmeyip düşünmezken...öylece durup dururken...

18 Kasım 2009

hastayım:(

blogta son yazımı yazdıktan hemen sonra bi hastalandım ki sormayın.. pazartesi bütün gün hastanelerdeydim. iğneler, serumlar filan... savaş zamanı salgın hastalık varmış gibi her yer... pek ürkütücü. yeni yeni kendime gelmeye başladım. bugün de bütün gün yatıp uyudum. zaten istesem de başka bir şey yapamıyorum. şu iki satır şeyi yazmak, bişiler yemeğe çalışmak bile nasıl yoruyor anlatamam. dinlenmem gerek devamlı.. şimdi uykum kaçtı. annem karışık bitki çayı yapıyor onu içicem. dizimi bile izleyemedim. sayısal kuponunu buldu mu acaba cevo? bulsa film biter ama dimi:p

15 Kasım 2009

...

ayağının altında oynar zemin
gök çatlar bozulur namaz
sen sen ol
sıkı tut yüreğini
hiç belli olmaz
vaziyet umutsuz mudur
sabrımız umudumuz mudur

attila ilhan

14 Kasım 2009

belki gerekli belki gereksiz bir not:

şimdi bir önceki yazıyı tekrar okuyunca, bazı cümlelerin yanlış anlaşılabileceğini fark ettim. malum hassas mevzular.. fakat altını çizmem gerekir ki; her kelimesi saygı ve sevgiden gelmektedir. belirtmek istedim:)

ledorita is 'sudan çıkmış bir balık'!

sudan çıktığını personel giriş kartını teslim ederken anladı en çok. ama henüz o şaşkınlığı boşluğu yok üstünde. birkaç gün sonra olur...

bugün, gizli yerlere gizli notlar bırakmak istedi giderken. ama bunu fazla romantik buldu.
kendisinden anı kalsın diye bir şey isteyen abiye çok sevdiği taksim-tramvaylı magnet'ini verdi.
biri onu iyi niyetiyle şaşırttı. hem de hiç tahmin etmediği biri.
sonra başka biri;
'hadi ne söyliceksen söyle dinliyorum' dedi
'bişey söylemiycem, ben gidiyorum ya.. onun için...'
'nereye gidiyormuşsun yok öyle bişey'
'nasıl yok?'
'soralım bakalım'
'bi yanlışlık yok ki, bugün son'
'iyi tamam hadi yolun açık olsun kendine iyi bak, üzülme.' dedi ve gitti...
bazen.. bazı durumlarda inanmak istemediği şeyleri yok saymak ister ya insan. kabullenmek istemez. bu diyalogun sebebi de buydu. çünkü bir konuşsa, kalan da giden kadar üzülüp ağlardı. ama herkes sağlam kaldı:)
bir de ona çok güzel şeyler söyledi. çok mutlu oldu:) sonra pek çok kişi pek çok güzel şey söyledi.
ve sonra başka biri.. hmmmm.. yok. bu bana kalsın.. :)
şimdi bu su kaçkını ledorita, sabah erkenden uyanıp kursa gidecek... uzun zaman sadece bunu yapacak.
ama içinden hep şunu tekrarlayarak; ' her şey çok güzel olacak!'

Not: bu durumda konseptimiz değişti arkadaşlar. yakında işsizler için istanbul gezi rehberini yazmaya başlıyorum bilginiz olsun:p:)

12 Kasım 2009

bu arada

bir gün tüm bu yazdığım saçmalıklar ? derlenip toparlanıp anlamlı bir bütün oluşturacaklar. diye ümit ederek yazıyorum. uyku tutmayıp bir sürü taslak yazınca bi parantez açayım dedim.

-2

-- okuyucuya bişey anlatmayan mevzular-

kendini kötü hissetmenin daha olağan olduğu bir dönemde, etrafındakiler sorduğunda 'iyiyim' diyip gerçekten de iyi olmak, insanın kendisini bile şaşırtan bir durummuş. normal şartlarda bile daha az inanarak 'iyiyim' derken, içinde bulunulan şartlar karşısında gerçekten iyi hissetmek oldukça garip. garipti. çünkü öyle sanıyordum. ta ki bünyem tepkiler vermeye başlayana dek...
önceki gün rüyamda korkmamın da etkisiyle, dudağımda çıkan uçuk, bir şeyin daha benim aleyhimde olduğunu pek güzel nlattı. ardından hafif şiddette 'ben de varım ben de varıım' diye kendini hatırlatan yüzümdeki egzama... ki illet olduğum hastalığın nasıl zamanlarda beni ziyaret ettiğini gayet iyi biliyorum. tek yanıldığım şey, kendimi o tür bir zamanda zannetmemekmiş. ama insan farkında olmadan, hiç mi hiç ihtimal vermeden de kendini kandırabiliyormuş meğer...
sen daha sayıp dur 'iş dediğin bulunur, o dediğin de biter' diye. hı hı.. tabi canım tabi...

*
ilgisi yoktu ama olmuş olsun;
- kaça kadar sayıyorduk? :) -

11 Kasım 2009

kıskançlık

sanırım dünya üzerindeki en güçlü duygulardan biri.
insana pek çok kıskançlık sebebi öncesi ve sonrası (felaket) senaryoları yazdırabilir. aklımda senaryolar uçuşuyor. kreatifliğimi hep yanlış yerlerde harcadım zaten:p

bu yazı olabildiğince bold ve yüksek seslidir. yazar burnundan soluyarak yazmıştır.

8 Kasım 2009

i just don't know what to do with myself*

yapmamam gereken şeyleri yapıp yapmam gereken şeyleri yapmamak konusunda pek bir başarılıyım şu günlerde. bugün, kursa gitmek üzere evden çıkıp ikinci derse de yetişemeyeceğimi anlayınca, yalnız kalmak istediğimde gittiğim sahilde yürürken buldum kendimi. ama aklımdaki
'wh question'ları, dersteki 'wh question'lara tercih etmekle çok da yanlış bir şey yapmamışım, zira pek keyifliydi. sonra biriyle buluştum ve bana ' anlamsız bir rahatlık var sende. ama bence aldanma, geçici bişey gibi' dedi. hmmm dedim ben de içimden, 'evet tam olarak bu.'

sanırım hayatımın ilk ve belki de son pazartesi sendromunu yaşamaya başladım şu an. çünkü beş gün sonra pazartesi sendromu ve cumartesi öğleden sonrası keyfi yaşayacağım bir işim olmayacağı gerçeğini daha bir kabullendim sanki. ama işte, buna rağmen anlamsız bir rahatlık var üzerimde... yapılacak bi sürü iş, düşünülecek pek çok şey, vedalaşılacak onlarca ayrıntı var oysa ki.. ve sadece beş günüm...

6 Kasım 2009

hey gidinin susam sokağı!

Pek sevgili Google, Susam Sokağı'nın 40. yılını kutluyor bugün. Bir 80'ler sonu çocuğu olarak susam sokağı'nı ayıla bayıla izleyenlerdenim elbette. Gerçi sevmediğim tipler de vardı. Kurabiye canavarından hem korkar hem de severdim. Biraz büyüyünce o kurabiyeleri nasıl yemeyip de dışarı dışarı fırlattığını anlayınca büyük hayal kırıklığı yaşamıştım ama şimdi bunları hatırlamaya gerek yok:) Tabii ki edi-büdü en sevdiklerimdi. Bazen edi gibi hissederim kendimi.. böyle bi zevzek, geveze oluyorum. Bazen de büdü gibi. Yani eğer 'büdü gibi oldum' dersem, bu demektir ki kaşlarım birleşme noktasına gelmiş:)
ve 'tırtıllar asla asla kahverengi bot giymez.' Bunu hatırlamıyorum ama yıllarca kabusum oldu. Yıllar boyu kahverengi bot giymekten nefret ettim, her giydiğimde bu cümleyi söyleyip hınzırca gülen ablam yüzünden.

Sanırım günboyu bir google sayfasını boş bekletip canım sıkıldıkça, hüzünlü hüzünlü gülümsemek için edi-büdü'lü logoya bakacağım. Zaten bugün öyle bir hava hakim buralarda...

Fonda da benim hatırladığım haliyle şu şarkı;

"yağmurlu güneşli bir hava
şaşırdım yolumu karanlıktaaaaaaaaa


bir de şunları dinleyin derim:
Edi'den geliyor; büdü yokken ve Büdü'nün mutsuzluğu

4 Kasım 2009

şimdi

sessizlik vakti.
canım yandığında susabilmeyi öğrenmem gerek.
susmam gerek...

susmam gerek...

2 Kasım 2009

...

''i was hoping''

telepati

bir haksızlık var
ne söylesem bir şey eksik
yenileri de yok kelimelerin
söylemediklerimle yetinmelisin *

Özer Bal

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi