26 Haziran 2009

keşke bembeyaz kalsaydık

'' Bana bunları öğretme'' dedim.
Abla değil sanki 21. yy. filozofu mübarek. Hepimizi zehirledi.
Bu zehirle oldukça erken büyüdüm. Bu hem iyi hem değil.
Her şeye daha kolay atılabilmeyi ve kapılabilmeyi isterdim çünkü.
Tek boyutlu görebilmeyi. Çünkü o zaman daha kolay olurdu mutlu olmak...

İlk zamanlarda az da olsa zehirlenmiş olmalarını bekledim başkalarından. Diğerlerine kapalıydım. Fakat artık öyle değil. Daha sade, daha az beklentili, daha açık artık kapılarım. Sadece kirlenmemiş ve yozlaşmamış olması önemli olan. Her şey ve herkes için...


Mevlana demiş ki;

"kim meseleyi daha iyi anlamışsa onun benzi daha sarıdır."

ve bu akıntıda gönüllü sürüklenirken, senden daha erken ve daha fazla zehirlenmiş olanı tanıyorsun. ve tıpkı senin gibi, bunun rehavetine kapılmayıp uzaklaşmadan ama uzak olarak, onunla aynı yerde aynı noktada durduğun için, mucize gibi ama öyle olduğu için... şaşkınlıkla, hayranlıkla teslim oluyorsun. Ama sonra anlıyorsun ki 'benzi senden daha sarı' olduğu için, buna rağmen ve bunun yüzünden, tek sebebi elbetteki bu olmasa da, olmuyor. O bağlar çözülüveriyor, saramıyorsun, dökülüveriyor... itiyor seni... olmuyor...

Keşke bembeyaz kalsaydık...

25 Haziran 2009

içimden doğru

Kendimi iki tekerlekli bisiklete binmeyi öğrenmeye çalışan bir çocuk gibi hissediyordum. hani biri arkadan tutar da dengeni sağlar ya... sen de ona güvenirsin bırakmıycak diye.. heyecan ve korkuyla ilerlemeye çalışırsın. aslında bilirsin ki bi süre sonra ellerini çekecek, sen tek başına gideceksin. o garip korku, her an düşeceksin hissi... şu an yaşadığım şey bu. daha doğrusu buydu... nasıl yapacağımı bilmiyordum, sen dengemi sağladın, korudun, ben farkında olmadan bile düşmeme engel oldun. ve bana korkarak ama güvenle ilerlemeyi öğrettin.

şimdi artık yalnızım biliyorum. zaman zaman dengemi sağlayamıyorum, yanlış şeyler yapmaktan korkuyorum, düşecek gibi oluyorum ve düşüyorum... bazen koşup geliyorsun, bazense hiç yardım etmiyorsun. ama biliyorum ki; hep uzaktan izliyorsun. çünkü yapabilirim, kendi kendime ayağa kalkabilirim. yapabilirim çünkü gücümü en çok senden aldım ben.

geçenlerde ''bir, iki sene önceki kıza bak bir de bugünküne...
büyüdün, olgunlaştın'
' diyen dostuma...

24 Haziran 2009

serzenişte

...

ama ben ben sahiden ben her neysem işte
ağladım, boyam aktı her gün sana yenilişte
biraz sev sakinleştir
sevdiğinim ben işte
boşver sev sakinleşir
sevgilin serzenişte

....

Kendi geleceğine bakıp acı acı gülümseyen insanın son (!) serzenişi...

23 Haziran 2009

23:29

Yine benzer bir şey oldu. Uyumak üzereyken birisi; ''kalk, uyan, şu saatte şu dakikada, böyle bişey olacak'' dedi sanki. Ben de kalktım ve tam o dakikada söylediği şey oldu.
Altıncı hissim, mesajıı aldım ama neden daha hayati bişey değildi ki ? :)

20 Haziran 2009

cumartesi notları

* Henüz çocuk olan fakat bunun farkında olmayan bir hemcinsin, senin sularına imkansız olduğunu bilmeden, saf bi hevesle yelken açmaya kalkışıyorsa ve sen buna karşın hiçbir şey yapamayacak durumdaysan; bir; bu çok ama çok can sıkıcı bir durum. iki; yine de can sıkmaya değmez.

* Biri çıkıp bir şeyi yapmadığını/yapamadığını söylerse, asıl sorunun bu olmadığını bilsen bile kendini yetersiz hissedersin. Ama bunu yapman gerekmediğini anlatmaya çalışsan da anlatamazsın. Bu nedenle arada kalmak çok yorucu oluyordu günden güne. Ama artık umursamamayı öğrendim. Yine yorucu, ama o kadar değil.

* Eski fotoğraflarıma baktım dün. Öğrencilik zamanlarıma. O kadar değişmişim ki, çıkarıp bi kenara bıraktığım bir kıyafet, bir maske gibi baktığımı hissettim kendime.
Görüntüden ziyade içsel bi değişim. Hemen herkes geçmişte kalanın daha anlamsız olduğunu söyler ya da aksine eskiyi özlemle anmaktan bugünü yaşayamaz. Yaşasa bile şimdiki zamana hak ettiği değeri veremez. Ben de onlardan biriyimdir belki de.
Sahteliğin farkında olduğum halde o sahteliği yaşadığım günler çok geride kalmış. O zamanlar hiçbir şeyin içime sinmemesi, 'gerçek olan bu değil' inancım nasıl da doğruymuş şimdi anlıyorum. Fotoğraflarda bile eğreti duruyorum sanki. Kendime, bulunduğum an'a, yanımdakilere, kısaca hayatıma... Şimdiyse baktığımda 'gerçekten oradaydım' diyebileceğim anlarla doluyum. Çocukluğumdan sonraki hayatımın en gerçek zamanlarını yaşıyorum son bikaç yıldır... Gereksiz her şeyden arınmış, sade, dingin, karmaşasız, olgun, ne ise o olmakla gurur duyan bir ben... Her şeyin en sahicisi. Hiçbir yanılsama, abartma, soru işareti yok. Bunun da bir yanılsama olduğunu düşünenler olacaktır ama olmadığını biliyorum, yine de zaman... o bizden daha güçlü... Ama tek dileğim ve çabam; öyle olmaması ve ilerde bugünüme özlem duyacak durumda olmamam olabilir ancak.

Ama aslında, olan her şeyin bir dolu bir de boş tarafı var yine de. Şu an sahip olduğun ya da içinde bulunduğun her şeyin hem iyi hem kötü etkilerini olabiliyor. Ne tarafından bakacağına karar vermekte bitiyor olay. Ki bu da pek kolay değil.

* Bir kişisel gelişim seyir defteri olarak( ! :)) blog'umun bugünkü yazısı da burada sona ermiştir. Notlarım keyifsiz gibi görünse de ilgisi olmadığını belirtir, iyi haftasonları dilerim.

İmza
Kendini ve blogunu fazla ciddiye alan blogger.:)

Blogger da ne sevimsiz bi isim. Neyse...

güzellik

''Güzellik başka gözlere öğretilir, sen "Ben güzelim," der gibi durursan hayatta, herkes seni güzel görür, ama sen kendi güzelliğini taşımaktan aciz durursan, herkes şüpheye düşer. Güzellik, çeşit çeşittir. Kimi güzellikler görülür, kimileri gösterilir, kimileri saklanır, kimileri kabul ettirilir. Her şeyden önce sen, kendi güzelliğinin hangisi olduğuna karar vermelisin. '' 

Murahtan Mungan

18 Haziran 2009

lo que siente la mujer




Yaratıcısının ismini unutsam da (Robert bişiy) bu birbirinden zarif eserleri paylaşmak istedim. Ne kadar etkileyici ve hoşlar öyle değil mi?

17 Haziran 2009

leica on wishlist

Çoğu hemcinsim gibi benim de wishlist'imde bi sürü güzel aksesuar, kozmetik, ayakkabı gibi şeyler var... Bu listenin sonu yok, zaten gelemez de... Ama öyle bişey var ki; başı da sonu da belli.

Asalet, zariflik, sadelik, şıklık... Aman Allahım sanki ben! :)

Kısaca tezahürat eşliğinde özetleyecek olursak;
leica sen bizim hayalimizsin !!!

16 Haziran 2009

ama

...
''yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok. Kaderin böyle, yol belli. Eğ başını, usul usul yürü şimdi. ”.

* kader ve masumiyet

...

''Her şeyi al, bana beni geri ver''
Kalp ağrısı,
Bana nefesimi geri ver!
Karın ağrısı,
Gözlerimin ışıltısını bana geri ver!

rolüm aptallık sahne bilmem ki kaç


anlamıyorum, anlamamak için direniyorum. çünkü anlarsam üzülürüm. anlamak istemiyorum!

15 Haziran 2009

şeffaf bir gün


Bazen böyle ruhunuz renksiz olur ya hani. Ne siyaha yakındır ne beyaza. Şeffaf, tarafsız, ne iyi ne kötü. Tatsız değil ama lezzetli de değil. Huzurlu gibi... Benzetmelerinizi bile neye dayanarak yapacağınızı bilemezsiniz ya hani.:) İşte böyle günlerde hiçbir şey yapamamak insana dokunmaz bile aslında. İçinden dışarı çıkmak gelmez evde kalırsın. Evde takılmak bile canını sıkmaz. Dışardaki insanlar ne yapıyor acaba diye düşünüp imrenmezsin.

Odanı ve dolabını toplamayı reddediyorsun önce. Müzik bile dinleyemiyorsun hiçbiri yakın gelmiyor. Sonra film izlemek dahi cazip gelmiyor olsa da daha fazla boş vakit geçiremeyeceğin için bir film seçiyorsun ve bu da pek düşünmeni gerektirmeyecek türden bişey oluyor tabii. Film sonundaki yargın şu oluyor: '' Jim Carry'i sadece Joel olarak izleyebiliyorum!''

Neyse ki; gün boyu abla ile yaptığın muhabbetler dışında bi kanıya daha varıyorsun. Bu da bişey!

Uzaktan bakıldığında bu ruh halinde olmak ne kadar keyifsiz gibi görünse de aslında çok işe yarıyor. Aklındaki tüm soruları, sorunları, içini kemirip duran şeyleri bi kenara atıvermişsin. Bundan güzel bişey var mı? Geçici de olsa bir bu dinginlik iyi geliyor insana.

Bu sebepten dolayı yazman gerektiğini düşündüğün halde yazı bile yazamıyorsun. Rengin yok çünkü neyi yansıtıcaksın? Sonuç olarak da bir klasik olarak 'yazamamanın yazısı' çıkıyor işte ortaya. Ama onun da sonunu getiremiyorsun. Kendimi yukarıda görmüş olduğunuz Yiğit Özgür karikatüründe gibi hissettim. Buralarda bi yerde toparlayıp bitirmem gerek. Neyse bitsin madem. Nokta.


12 Haziran 2009

nokta

"Her sözcük sessizlik ve hiçlik üzerinde gereksiz bir leke gibi.''

Samuel Beckett


10 Haziran 2009

ego savaşları


Soğuk savaş denen şey bu olsa gerek. Modern insanlık tarihdeki en büyük ve en uzun süren savaş. Görünürde yıkıp dökmüyor ama içten içe heryeri harab ediyor. Üstelik aşktan bile güçlü! Bu oldukça ürkütücü değil mi?


9 Haziran 2009

bir tatlı huzur, bir acı tat

* Kolay kolay hiçbir şarkıyı 'kalp sıkışması' nedeniyle hiddetle kapamam. Birkaç istisna vardır bunu yaptığım, dinlemeye dayanamadığım. (ama aynı zamanda doyamadığım)

bu şarkı da onlardan biri oldu.

uyarıyorum; sevdiğinize veda etme durumunuz varsa dinlemeyiniz! sonra 'yav ben dinleyip dinledip ağlıyorum' diye gelmeyin bana! Çünkü şahsen denedim etkisi bu!

* Bir film izledim pazar günü. Daha doğrusu Gael García Bernal'ı izledim. Artık yorum yapmanın bi anlamı ve zevki yok ama yine de şu kadarını söylüyorum; evet ama ı- ıhhh ! :)

* Kursum bitti. Zaman ve düşünce öldürecek yeni bişeyler bulmam gerek!

* Dün akşam, uzun zamandır hiç olmadığı kadar iyi vakit geçirdim. Mümkün olsa sabaha kadar sohbet edebilirdik. Anlatırdım uzun uzun... İki insan oturup 3. ve 4. kişileri konuşuyorsa o konu hiç bitmiyor:) ve saçma sapan ayrıntılara takılıp mutlu oldum. İstiklal'de yanımdaki centilmenin silip verdiği erikleri yiyerek yürümek gibi. O an abla gibi davranması gereken ben olduğum halde, şımarık bi çocuk gibiydim farkettim:)
Kısaca, her şeyin anlamsız, tatsız ve bomboş geldiği şu günlerde gerçekten iyi hissetmek mucize gibi bir şeydi.

* Ve bir soru :'' kızgın ve kırgın olmak insanı yeterince haklı çıkarır mı? bilmiyorum...

6 Haziran 2009

...

Biri senin canını yakıyor, sonra 'bak canım yanıyor' demek isterken farkında olmadan sen de onun canını yakmaya çalışıyorsun. Fakat sonuç olarak yine canı yanan da üzülen de sen oluyorsun.

Yanlış bunun neresinde?

4 Haziran 2009

pek manidar

Bir süredir ısrarla 'izlemelisin' diyen arkadaşımın gönderdiği filmden bahsetmiştim dün. Tatil/The Holiday. Konusunu araştırıp okumamıştım. Özellikle bilmek istemedim, bi anda tanışmak istedim. Öyle de oldu. Çok fena oldu. İlk 10 dakikasından sonra tepkim şuydu: ''çok manidar! '' Filmi durdurup arkadaşıma çemkirmek istediysem de sonra vazgeçtim.

Konusunu anlatmayacağım tabii ama şu kadarını söylemeliyim; bir sahnesi vardı ki; bugüne dek izlediğim, okuduğum hiçbir şeyde kendimi bu kadar net görmemiştim. Öyle bir aynaydı yani.

Ne yapmam gerektiğini kulağıma fısıldaması yeterliyken bağıra bağıra söyledi adeta.
Ben de mesajı aldım. Artık yeniden doğuşu tarihle eş zamanlı hale getirebilirim.

ne güzel... ne güzel...

Pages - Menu

Popular Posts

takip edenler

Blogger news

Blogroll

About

Blogger templates

Kişisel web sitesi Kişisel web sitesi